Atatürk'ün Devrimleri

22 Şubat 2010 Pazartesi0 yorum

ATATÜRK


Devrimleri
 
ATATÜRKAtatürk’ün önderliğindeki Cumhuriyet’in önünde duran sorun, Türkiye’nin milli ve çağdaş bir devlet olarak yeniden kuruluşu sorunuydu. Türkiye medeni dünyanın bir parçası olacaksa, görünüşteki bir modernleşme ile yetinemezdi; toplum ve kültür yapısında, bütünüyle, temelden bir değişiklik gerekliydi. Cumhuriyet’in ilanını izleyen ve "Atatürk devrimleri" diye adlandırılan bir dizi reformla Cumhuriyet, atılımını engelleyen geçmişin bağlarından kurtulmayı, gelişmesinin önünü açmayı amaçlıyordu. Atatürk’ün deyimiyle "muassır memleketler" in düzeyine yükselmek başlı başına bir amaçtı. Cumhuriyetçilerin bu amaca yönelik ilk ani darbesi, Islami geçmişle güçlü bir bağı temsil eden hilafetin kaldırılması oldu. Hilafetle birlikte Şeriye ve Evkaf Vekaleti de kaldırıldı ve yerine başbakanlığa bağlı Diyanet Işleri Başkanlığı kuruldu (3 Mart 1924). Aynı gün "Tevhidi Tedrisat Kanunu" çıkarılarak, dinin eğitimdeki rolü iyice sınırlandırıldı; bunu bir ay sonra şeri mahkemelerinin kapatılması izledi. Bunların toplu etkisi, geçmişte birçok defa reform girişimlerini engellemiş olan ve devrimlerin önünde tutucu özelliklerini sürdüreceği düşünülen ulemanın toplumdaki gücünün kırılması oldu. 2 Eylül 1925’te tekkeler, zaviyeler ve türbelerin kapatılmasının pratik bir amacı da Doğu Anadolu’da 1925 Şubat’ında patlak veren Şeyh Sait Isyanı’nda önemli rolü olan tarikatların etkisinin kırılmasıydı. Bunu izleyen aylarda, 25 Kasım 1925’te ise şapka giyilmesi zorunlu hale getirildi ve fes yasaklandı. 26 Aralık 1925’te Gregoryen takvim ve yıl resmen kabul edildi. 17 Şubat 1926’da Isviçre Medeni Kanunu’ndan uyarlanan "Türk Medeni Kanunu" nun kabulü ise toplumsal hayatı derinden etkileyebilecek ülkenin modernleşmesi, geleneksel kadın erkek eşitsizliğini hukuksal düzeyde ortadan kaldıracak çağdaş ilkelere göre düzenleme yolunda çok önemli bir adım oldu. Medeni Kanun’un kadının yasal durumunda meydana getirdiği değişiklik, özellikle önemliydi. Bunu 1 Mart’ta "Türk Ceza Kanunu" nun, 22 Nisan’da "Borçlar Kanunu" nun kabulü izledi. 10 Nisan 1928’de, 1924 Anayasası’nda yer alan devletin resmi dininin Islam dini olduğuna ve dini işleri TBMM’nin düzenleyeceğine ilişkin hüküm, anayasa metninden çıkarıldı. Milletvekili ve cumhurbaşkanı yeminlerinde yer alan dini ibareler atıldı. Böylece din ile devlet ilişkileri ayrı tutuldu. 3 Kasım 1928’de Latin harflerinin kabulü ise geçmişten gerçek bir radikal kopuşun cesur bir ifadesiydi. Harf devriminden sonra bizzat Atatürk’ün başlattığı kampanyayla geniş yığınlara yeni yazıyı öğretmek amacıyla "Millet Mektepleri"açıldı. 1 Eylül 1929’da Milli Eğitim Bakanlığı okullarından Arapça ve Farsça dersleri de kaldırıldı. 3 Nisan 1930’da Türk kadınları belediye seçimlerinde 26 Aralık 1933’te muhtar, köy ihtiyar heyetleri seçiminde seçme ve seçilme hakkını kullandılar. 5 Aralık 1934’te çıkarılan bir yasayla da kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanıdı. Şubat 1935’te yapılan milletvekili seçimlerinde Meclis’e 18 kadın milletvekili girdi. 26 Mart 1931’de uluslararası uzunluk ve ağırlık ölçüleri benimsendi. 21 Aralık 1934’te kabul edilen "Soyadı Kanunu" ile, soyadı alma zorunluluğunun getirilmesi, Medeni Kanun’un kabulünden sonra beklenen bir aşamaydı. 26 Kasım 1934’te ise bey, paşa, efendi gibi lakap ve unvanlar kaldırıldı. 27 Mayıs 1935’te kabul edilen bir yasayla hafta tatili cumadan pazara alındı
 
DIŞ POLİTİKA
 
Lozan Antlaşması, bazı sorunların çözümünü Türkiye’nin ilgili taraflarla yapacağı görüşmelere bırakmıştı. Lozan’da ertelenen Musul sorunu, Türkiye ile Ingiltere arasındaki görüşmelerle çözülemeyince, Milletler Cemiyeti’ne götürüldü. Milletler Cemiyeti, Musul’u Ingiltere mandası altındaki Irak’a bıraktı; Türkiye mevcut güç dengelerini göz önünde tutarak kendi görüşünde direnemedi. Lozan Antlaşması’nın uygulanmasından kaynaklanan Türkiye ile Yunanistan arasındaki nüfus değişimi (mübadele) sorunu 1930’da imzalanan bir antlaşmayla çözüldü. Osmanlı borçlarının ödenmesinden kaynaklanan sorunlar, 1928’de Türkiye’nin bu borçların büyük bölümünü üstlenmesiyle çözüme bağlandı. 1930’lara gelindiğinde Türkiye Lozan’dan arta kalan bütün sorunları hemen hemen çözmüştü. Türkiye, komşusu Sovyetler Birliği ile daha Kurtuluş Savaşı yıllarında kurduğu iyi ilişkileri sürdürdü. 1925’te Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında bir dostluk ve tarafsızlık antlaşması imzalandı. Türkiye, 1930’larda bir yandan Sovyetler Birliği ile dostluğunu korurken, bir yandan da öteki komşuları ve Batı ile ilişkilerini geliştirmeye önem veren bir dış siyaset izledi. Türkiye’nin 1932’de Milletler Cemiyeti’ne katılması, Batılı devletlerle ilişkilerini geliştirmesi yolunda önemli bir adımdı. 1929-1933 arasında toplanan Balkan Konferansları’nda ve 1934’te Türkiye, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya’nın katıldığı Balkan Antantı’nın oluşturulmasında Türkiye etkin bir rol oynadı. Öte yandan Türkiye’nin girişimiyle Irak, Iran ve Afganistan arasında Sadábad Paktı imzalandı. Böylece Türkiye, Ortadoğu’da ve Balkanlarda barışın kurulmasında ve korunmasında etkili oldu. Italya’da ve Almanya’da faşizmin ortaya çıktığı, Avrupa’da Birinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan düzenin tartışılmaya başlandığı ve yeni kampların oluştuğu bir ortamda, kuvvet dengesini gerçekçi bir biçimde değerlendiren Türkiye, iki önemli dış politika girişiminde bulundu. Bunlardan ilki Boğazlar rejimini yeniden düzenleyen 1936 Montreux Sözleşmesi’ydi. Montreux Sözleşmesi ile Lozan Konferansı’nda imzalanan Boğazlar Sözleşmesi’nin, Boğazlar’ın askersizleşmesiyle ilgili hükümleri kaldırıldı ve Boğazlar’ın güvenliği Türkiye’nin sorumluluğuna bırakıldı. Ikinci girişim, Misakı Milli sınırları içinde bulunmasına rağmen 1921 Ankara Itilafnamesi’nin Türkiye sınırları dışında bıraktığı Hatay ile ilgiliydi. Türkiye, Ekim 1936’dan başlayarak Hatay’ın Türkiye’ye katılması için zorlu bir diplomatik mücadele verdi. 1938’de bağımsız bir devlet statüsüne kavuşan Hatay’ın Türkiye’ye katılması, 29 Haziran 1939’da gerçekleşti.
 
EKONOMİK GELİŞME
 
Cumhuriyet, Osmanlı Imparatorluğu’ndan savaşın daha da kötü hale getirdiği, dışa bağımlı ve geri bir ekonomik yapı devralmıştı. Ayrıca Lozan Antlaşması himayeci politikalara bazı sınırlamalar getirmekteydi. Şubat 1923’te toplanan Izmir Iktisat Kongresi’nde benimsenen, yerli ve yabancı sermayeyi teşvik, sınırlı bir korumacılık, milli unsurun desteklenmesi gibi esaslar, Cumhuriyet’in 1923-1929 yılları arasındaki ekonomi politiğine egemen olacaktı. Ancak bu liberal yönelişler, ulusal bir ekonomi kurma yolunda demiryolu şebekesinin ve tütün rejisinin millileştirilmesini engellemedi. 1926’da Türk limanları arasında kabotaj hakkı Türk gemilerine verildi. Tarım kesimine dönük en önemli gelişme ise 1925’te áşárın kaldırılmasıydı. 1923-1929 arası tarım kesimi ekonominin en hızlı gelişen kesimi oldu. Bunda barış koşullarının yanı sıra, hükümetin tarıma dönük politikalarının da etkisi vardı, 1924-1929 yıllarında tarımsal hásılanın ortalama yıllık büyüme hızı yüzde 16,2 olarak gerçekleşti. Lozan’ın getirdiği sınırlamalara rağmen, Cumhuriyet, milli bir sanayinin yaratılmasını milli ekonominin vazgeçilmez bir şartı olarak görüyordu. 1923-1929 yılları arasında sanayinin gelişme hızı tarımın gerisinde olmakla birlikte yüzde 8,5 gibi önemli bir ortalamaya ulaşmıştı. 1925’te Sanayi ve Maden Bankası kuruldu; 1927’de "Teşvik-i Sanayi Kanunu" çıkarıldı. 1924’te kurulan Iş Bankası yerli ve yabancı sermaye çevreleriyle siyasi kadroların bütünleşmesinde, özel girişimciliğin teşvik edilmesinde önemli bir rol oynadı. Dünya ekonomik buhranının patlak verdiği 1929 yılı, aynı zamanda, Lozan’ın getirdiği ekonomik kısıtlamaların kalktığı ve Türkiye’ye düşen Osmanlı borçlarının ilk taksidinin ödeneceği yıldı. Dünya ekonomik buhranının olumsuz etkileri, devletçi ve korumacı bir ekonomi politikasının uygulanmasını kaçınılmaz kıldı. Yeni ekonomik politikanın ilk belirtisi, başbakan Ismet Paşa’nın Sivas’ta, Türkiye’nin "devletin daha büyük ekonomik faaliyetine olan ihtiyacı" nı dile getirdiği konuşmasıydı. 1931’de ise devletçilik, Cumhuriyet Halk Fırkası’nın programına girdi ve altı ilkesi arasında yer aldı. Bu devletçi siyasetin en belirgin yanı, devletin tarım dışındaki alanlarda asli yatırımcı ve üretici unsur olarak ortaya çıkmasıydı. 1933’te ilk Beş Yıllık Sanayi Planı hazırlandı ve 1934’te onaylandı. Plan, asıl olarak dokumacılık, madencilik, káğıt, seramik ve kimya sanayilerini geliştirmeyi amaçlıyordu. 1933’te Sümerbank, 1935’te Etibank kuruldu. Sanayi üretiminde ortalama yıllık yüzde 11,6 oranında bir büyüme, dünya buhranı koşullarında ve esas itibariyle ülkenin kendi imkánlarıyla gerçekleştirildi.

ATATÜRK Ölümü üzerine

 
 
"Dolmabahçe Sarayı’nın damından sallanan Cumhurbaşkanlığı bayrağının ağır ağır yarıya indirildiğini gördüğüm zaman artık her şeyin bittiğini ve sevgili Atatürk’ün çok uzun süren son dünya uykusundan hiç açılmadan ebedi uykusuna dalarak terki heyet ettiğini anladım. (...) Saraya girdiğim zaman insanların acı feryatları ve derin teessürle karşılaştım. Hissettiğim yeis ve matem o kadar büyük ve umumi idi ki kimsenin kimseyi taziye edecek hali ve kudreti yoktu..." Dr. Asım Arar/Atatürk’ün doktoru
 
"Büyük Türk Milletine!
 
Bütün ömrünü hizmete vakfettiği sevgili milletinin ihtiram kolları üstünde Ulu Atatürk’ün hakikatte yattığı yer Türk milletinin onun için aşk ve iftiharla dolu olan kahraman ve vefalı göğsüdür.
 
...Milletlerarası kardeşçe bir insanlık hayatı Atatürk’ün en kıymetli idealiydi. Bütün dünyada ölümünün gördüğü ihtiramı insanlığın atisi için ümit verici bir müjde olarak selamlarım." Ismet Inönü
 
"Istanbul neye uğradığını anlamamış gibi acı bir sessizliği gömülmüştü. Çocuklar başlarındaki fiyonkları, kordelaları çıkardılar. Sokaklarda kadınlar ağlıyor Ata’nın siyah tüllere bürünmüş resimleri önünde dua ediyorlar." Lord Kinross
Share this article :

Yorum Gönder

 
Support : Creating Website | Johny Template | Mas Template
Copyright © 2011. teleyorum - All Rights Reserved
Template Created by Creating Website Published by Mas Template
Proudly powered by Blogger