ATATÜRK

22 Şubat 2010 Pazartesi0 yorum

ATATÜRK Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı (Selanik, 1881-Istanbul, 1938).
Babası gümrük memuru Ali Rıza Efendi, annesi Zübeyde Hanım'dı. Babasının ölümü üzerine annesi tarafından büyütüldü. Manastır Askeri Idadisi'ni bitirdikten sonra, Istanbul'da Mektebi Harbiye'ye girdi (1899). 1902'de Harbiye'yi, ardından "Erkánı Harbiye sınıfını" bitirerek kurmay yüzbaşı oldu (1905). Önce merkezi Şam'da bulunan 5. Ordu'ya atandı. Orada Vatan ve Hürriyet Cemiyeti adlı bir gizli örgüt kurdu. Sonra Selanik'teki 3. Ordu'ya tayin edildi (1907). Daha okul sıralarındayken istibdada karşı devrimci düşünceler taşıyan, bu nedenle Jön Türk hareketine yakınlık duyan Mustafa Kemal, 31 Mart Olayı olarak bilinen gerici ayaklanmayı bastırmak için Istanbul'a yürüyen Hareket Ordusu'nun kurmay heyetinde yer aldı. Birinci Balkan Savaşı'nın başlamasından sonra Istanbul'a döndü. Gelibolu Yarımadası'nı savunmakla görevli birliklere katıldı. 1913'te Sofya askeri ataşeliğine atandı ve buradayken yarbaylığa yükseldi. Yakın arkadaşı Fethi Bey (Okyar) da o yıllarda Sofya elçisiydi. Mustafa Kemal Sofya'dayken Birinci Dünya Savaşı çıktı. Osmanlı Devleti savaşa girince Müttefikler Istanbul'u ele geçirmek üzere Çanakkale Boğazı'na saldırdılar. Bunun üzerine Mustafa Kemal orduda görev almak istedi. Önce Tekirdağ'daki 19. Tümen komutanlığına atandı. Nisan 1915'te Seddülbahir ve Arıburnu'na çıkarma yapan düşman birliklerini durdurdu. Haziran 1915'te albaylığa yükseltildi. Kısa bir süre sonra Anafartalar Grubu komutanlığını üstlendi. Ağustos 1915'te Anafartalar Cephesi'nde saldırıya geçen Ingiliz kuvvetlerini komutasındaki birliklerle geri püskürttü. "Anafartalar Kahramanı" olarak ünlenen Mustafa Kemal'e 1916'da paşalık rütbesi (mirliva) verildi. Ocak 1916'da Diyarbakır'a gönderilen 16. Kolordu komutanı oldu. Yıldırım Orduları Grubu'na bağlı 7. Ordu komutanıyken 1917'nin sonuna doğru Veliaht Vahideddin'in refakatinde resmi bir ziyaret için Almanya'ya gitti. Dönüşünde yeniden 7. Ordu komutanlığına atandı. Ingilizlerin şiddetli saldırıları karşısında emrindeki birlikleriyle Şam'ın güneyine kadar çekildi. 4. Ordu'nun da emrine verilmesinden sonra, Suriye'deki bütün kuvvetlerin komutanı oldu. Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasından sonra Yıldırım Orduları Grubu komutanlığına atandı (31 Ekim 1918), Yıldırım Orduları Grubu'nun lağvedilmesi (7 Kasım 1918) üzerine Istanbul'a döndü. Osmanlı hükümeti ve Istanbul'daki işgal kuvvetleri komutanlığı, mütareke hükümlerinin uygulanmasını denetlemek üzere Doğu Anadolu'ya yetkili bir kişi göndermek isteyince, Mustafa Kemal Paşa bu göreve talip oldu ve Erzurum'daki 9. Ordu müfettişliğine atandı. Görev yerine gitmek üzere "Bandırma" adlı vapurla Istanbul'dan ayrıldı. Yunanlıların Izmir'i işgalinden dört gün sonra 19 Mayıs 1919'da Samsun'a ayak bastı. Önce burada oluşturulan kuvvetlerle, Pontos Devleti kurmaya çalışan çetecilere karşı önlemler aldı. Mustafa Kemal, tedavi olma gerekçesiyle Samsun'dan Havza'ya geçti. 28 Mayısta Havza'da yayımladığı genelgede, Mondros Mütarekesi'ne karşı direnişin örgütlenmesi için ülkenin askeri ve mülki yöneticilerine çağrıda bulundu (Havza Genelgesi). Bu genelgenin ardından Istanbul Hükümeti, Itilaf Devletleri'nin baskısıyla Mustafa Kemal'i 8 Haziranda Istanbul'a geri çağırdı. Mustafa Kemal bu çağrıya uymadı ve oradan Amasya'ya geçti. Burada Amasya Tamimi (21 Haziran) olarak bilinen genelgeyi yayımladı. Bu iki genelgeyle Istanbul Hükümeti'ne açıkça tavır alan Mustafa Kemal, 27 Haziranda Sivas'a gitti; oradan da Erzurum Kongresi'ne katılmak üzere Erzurum'a geçti. Bu arada, Istanbul Hukümeti'nce görevinden alındığı duyurulunca, askerlikten istifa etti (8 Temmuz). Mustafa Kemal ve arkadaşlarının katılımı ve konuşmalarıyla Erzurum Kongresi ulusal nitelikli bir kongreye dönüştü. Kongreye başkanlık eden Mustafa Kemal, Heyeti Temsiliye'nin de başkanlığına seçildi. Mustafa Kemal, Sivas'a dönerek yeni kongrenin hazırlık çalışmalarına başladı ve Sivas Kongresi 4 Eylül 1919'da toplandı. Mustafa Kemal'in başkanlığa seçildiği kongrede, vatanın ve ulusun bütünlüğü ve parçalanamayacağı vurgulandı. Bütün yerel direniş örgütlerinin Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti adı altında birleştirilmesine karar verildi. Mustafa Kemal 16 kişiden oluşan yeni Heyeti Temsiliye'nin de başkanı seçildi. Damat Ferid Paşa'nın istifa etmesinden sonra 2 Ekim 1919'da Istanbul'da Ali Rıza Paşa başkanlığında yeni bir hükümet kuruldu. Yeni hükümet Bahriye Nazırı Salih Paşa'yı, Heyeti Temsiliye'yle görüşmek üzere Anadolu'ya gönderdi. Mustafa Kemal, 20 Ekimde Amasya'da Rauf ve Bekir Sami beylerle birlikte Salih Paşa ile görüşerek yeni seçimlerin yapılmasını da öngören beş protokol imzaladı. Meclisi Mebusan için yapılan seçimlerde Erzurum mebusu seçildi (7 Kasım). Seçimlerin tamamlanmasından sonra son Osmanlı Meclisi Mebusan'ı 12 Ocak 1920'de Istanbul'da toplandı. Bu yeni mecliste, Mustafa Kemal'in isteği doğrultusunda Felahı Vatan Grubu adıyla bir grup oluşturan mebuslar, Misakı Milli'nin kabul edilmesini sağladılar (28 Ocak). Misakı Milli'nin kabul edilmesinden rahatsız olan Ingilizler, 16 Mart 1920'de Istanbul'u işgal ederek meclisi bastılar ve bazı milletvekillerini Malta'ya sürdüler. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa Heyeti Temsiliye başkanı olarak bir kurucu meclis toplamayı kararlaştırdı. Bu konuda yapılan hazırlıkların tamamlanmasından sonra, 23 Nisan 1920'de Ankara'da Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) açıldı. Meclis başkanının aynı zamanda hükümet başkanı olması kararlaştırıldı ve TBMM başkanlığına Mustafa Kemal seçildi. Bu sırada Kuvayı Milliye, Yunanlıların Anadolu içlerine doğru ilerlemesini engellemeye çalışıyordu. Yunan kuvvetleri, Eskişehir'i geçerek Polatlı önlerine yaklaşınca, TBMM 4 Ağustos 1921'de Mustafa Kemal'i başkomutan seçti ve üç aylık bir süre için yetkilerini ona devretti. Olağanüstü yetkilerle donanan Mustafa Kemal, Batı Cephesi'ne giderek Sakarya Meydan Savaşı'nı (23 Ağustos-13 Eylül 1921) yönetti. Savaş, Türk ordusunun zaferiyle sonuçlandı. Bunun üzerine Mustafa Kemal'e "Gazi" unvanı ve müşir (mareşal) rütbesi verildi. Türk ordusu ertesi yıl, gene onun komutası altında 26 Ağustos 1922'de başlayan Büyük Taarruz'la Yunanlıları bozguna uğrattı. 30 Ağustos’taki zaferin ardından Türk ordusu 9 Eylül’de Izmir'e girdi. 11 Ekim 1922'de savaşa son veren Mudanya Mütarekesi imzalandı. Bunu saltanatın kaldırılması izledi ve Padişah VI. Mehmed (Vahideddin), 17 Kasım 1922'de bir Ingiliz zırhlısıyla Türkiye'den ayrıldı. 23 Temmuz 1923'te, Türkiye'yi bağımsız ve egemen bir devlet olarak tanıyan Lozan Barış Antlaşması imzalandı. Mustafa Kemal TBMM'nin ikinci dönem açılış konuşmasında, Islamiyeti siyaset aracı mevkiinden uzaklaştırmak gerektiğini vurguladı. 3 Mart 1924'te kabul edilen yasalarla Şeriye ve Evkaf Vekáleti ile Erkánı Harbiyei Umumiye Riyaseti kaldırılarak, yerlerine Diyanet Işleri Başkanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı kuruldu. Tevhidi Tedrisat Kanunu'yla öğretimde birlik sağlandı ve bütün okullar Maarif Vekáleti'ne (Milli Eğitim Bakanlığı) bağlandı. Hilafetin kaldırılmasına ve Osmanlı hanedanı üyelerinin yurtdışına çıkarılmasına karar verildi. Cumhuriyetin ilanı ve hilafetin kaldırılması sürecinde ortaya çıkan muhalefet grubu, 17 Kasım 1924'te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nı (TPCF) kurdu. Şubat 1925'te Doğu Anadolu'da Cumhuriyet yönetimine karşı çıkan Şeyh Said Ayaklanması'nın tehlikeli boyutlara ulaşması üzerine, hükümete olağanüstü yetkiler veren Takriri Sükûn Kanunu çıkarıldı. Ankara ve Diyarbakır'da olağanüstü yargı merciileri olan Istiklal Mahkemeleri kuruldu. Şeyh Said Ayaklanması Nisan 1925'te bastırıldı ve 28 kişi hakkında ölüm cezası verildi. Bazı TPCF üyeleri ayaklanma ile ilişkili görülerek, parti 3 Haziranda bakanlar kurulu kararıyla kapatıldı. 1926'da Izmir'de Mustafa Kemal'e yönelik bir suikast girişimi ortaya çıkarıldı. Bu olayı soruşturan Istiklal Mahkemesi'nde eski TPCF milletvekillerinden Cafer Tayyar Paşa (Eğilmez), Kázım Karabekir, Ali Fuat Paşa (Cebesoy), Bekir Sami Bey ve partinin yöneticileri yargılanarak çeşitli cezalara çarptırıldılar. Mustafa Kemal, bu arada cumhuriyet rejimine hukuksal, siyasal ve toplumsal temeller kazandıracak reformlara girişti. 1924'te yeni anayasa, 1926'da Medenî Kanun kabul edildi. Mustafa Kemal, Ağustos 1925'te Kastamonu'ya yaptığı bir gezide halka şapkayı tanıttı ve Atatürk devrimlerinden biri olan Şapka Kanunu kabul edildi (25 Kasım). Mustafa Kemal, CHP'nin 15-20 Ekim 1927'de Ankara'da toplanan II. Kurultayı'nda Millî Mücadele'nin ve Cumhuriyet'in ilk dört yılının bir dökümü olan uzun bir söylev verdi (daha sonra bu uzun konuşması Nutuk ve Söylev adları altında yayımlandı). Arap alfabesinin yerine Latin alfabesinin geçirilmesi için çalışmalar başlattı. 1 Kasım 1928'de TBMM'de "Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun" la yeni Türk alfabesi kabul edildi. Okuma yazma bilmeyenlerin eğitilmesi için "millet mektepleri" açılması kararlaştırıldı; Mustafa Kemal bu mekteplerin genel başkanlığını üstlendi ve "Başöğretmen" sıfatını aldı. Mustafa Kemal, çokpartili sistemin koşullarının giderek oluşmaya başladığını düşünerek, 12 Ağustos 1930'da Ali Fethi Bey'e (Okyar) Serbest Cumhuriyet Fırkası'nı (SCF) kurdurdu. Ancak gelişmeler olgun bir muhalefetin oluşmadığını gösterdi ve Fethi Bey partisini 17 Kasımda kapatmak zorunda kaldı. Mustafa Kemal, Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu'nun kuruluşlarına öncülük etti. "Güneş-Dil Teorisi" ve "Türk Tarih Tezi" çalışmalarına doğrudan katıldı. 21 Haziran 1934'te Soyadı Kanunu çıkarıldı ve bu kanun uyarınca Mustafa Kemal'e "Atatürk" soyadı verildi (24 Kasım). 5 Aralık 1934'te Atatürk'ün önemli reformlarından biri olarak kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanındı. Atatürk son döneminde siroz hastalığına yakalandı. 27 Mayıs 1938'de Istanbul'a giden Atatürk, Dolmabahçe Sarayı'na yerleşti. 26 Eylülde ilk komaya girdi daha sonra hastalığı giderek ağırlaşan Atatürk, 10 Kasım 1938'de, saat dokuzu beş geçe Istanbul'da Dolmabahçe Sarayı'nda öldü. 21 Kasımda Ankara Etnografya Müzesi'nde geçici kabrine konuldu. 10 Kasım 1953'te, Ankara'nın Rasattepe mevkiinde yapılan Anıtkabir'de toprağa verildi.



Atatürk Türkiye'si 1923-1938




ATATÜRKTürkiye Cumhuriyeti milli bağımsızlığın kazanıldığı Kurtuluş Savaşı’na dayanır. Öte yandan Cumhuriyet, Osmanlı Devleti’ne son veren siyasal bir devrimdir. Kuruluşundaki bu özellikler, gelişmesinin ana çizgilerini de belirleyecektir. Atatürk’ün önderliğinde, Cumhuriyet’in ilk uygulamaları ulusal ve çağdaş bir toplum ve devlet yaratmaya yönelikti. Bu, aynı zamanda Osmanlı-Islam kültüründen radikal bir kopmanın da ifadesiydi. Ilk adımda, Istanbul’da geçmişe dönük ikinci bir iktidar odağı durumundaki hilafet kaldırıldı. Bunu toplumu Batı örneğine göre biçimlendirmeyi amaçlayan bir dizi radikal reform izledi: Isviçre örneğine göre hazırlanmış Medeni Kanun, Latin harflerinin kabulü, kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesi, Soyadı Kanunu vb. ile Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu, ulusal bilinci güçlendirme çabalarının bir parçasıydı. Cumhuriyet’in, zaman içinde ortaya çıkan ve önce Cumhuriyet Halk Partisi’nin programına, daha sonra da anayasaya giren temel ilkeleri Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Laiklik, Devletçilik ve Inkılapçılık olarak belirlendi. Cumhuriyet, Osmanlı Imparatorluğu’ndan, savaşın etkisiyle daha da kötüleşmiş, geri bir ekonomi devralmıştı. 1929’a kadar yürütülen ekonomi politikaları II. Meşrutiyet’in "milli iktisat" siyasetinin bir uzantısı durumundaydı. 1929’dan sonra dünya ekonomisinin içine düştüğü buhranın da etkisiyle Türkiye, devletçi bir ekonomi politikasına yöneldi. Devletçilik Türkiye’ye ilk büyük ölçekli sanayi tesislerini kazandırdı. Bütün bu dönüşümler Atatürk’ün ve genel başkanı olduğu Cumhuriyet’in tek siyasal kuruluşu Cumhuriyet Halk Partisi’nin yönetimi altında gerçekleşti. 1924’te kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve 1930’daki Serbest Cumhuriyet Fırkası denemeleri, günün koşulları içinde yaşama imkánı bulamadı. Atatürk 10 Kasım 1938’de öldüğünde, demokratik bir rejimin üzerinde yükseleceği temeller ilkesel düzeyde sağlam biçimde atılmıştı.
 Ç POLİTİKA
Cumhuriyetin ilanı 29 Ekim 1923’te TBMM’de kabul edildi. Aynı gün Mustafa Kemal Paşa, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı seçildi ve ertesi gün Inönü’yü başbakanlığa atadı. Cumhuriyetin ilanına tepki duyan çevreler Istanbul’daki hilafete, Cumhuriyet’e karşı içinden saltanatın çıkabileceği bir seçenek gözüyle bakıyorlardı. 3 Mart 1924’te hilafet kaldırdı, son halife Abdülmecid Efendi ve Osmanlı hanedanının üyeleri yurtdışına çıkarıldı. Yeni düzen, 1924 Anayasası’nda belirlendi: "milli hákimiyet" ilkesine dayalı 1924 Anayasası, Kurtuluş Savaşı ve 1921 Anayasası’nın temel ilkelerini sürdürüyordu. 17 Kasım 1924’te kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurucuları arasında Rauf Bey (Orbay), Kázım Paşa (Karabekir), Adnan Bey (Adıvar), Refet Paşa (Bele), Ali Fuat Paşa (Cebesoy) gibi Kurtuluş Savaşı’nın tanınmış isimleri de yer almaktaydı. TCF’nin programı siyasi ve iktisadi bir liberalizmi temsil ediyordu. TCF’ye 29 milletvekili katıldı. TCF’nin kuruluşundan üç gün sonra, sıkıyönetim talebi reddedilen Ismet Paşa’nın istifası üzerine başbakanlığa 21 Kasım 1924’te liberal eğilimli Fethi Bey (Okyar) getirildi. 1925 Şubat’ında başlayan Şeyh Sait Isyanı, Cumhuriyet’e karşı ciddi bir tehdit niteliğindeydi. Bu bakımdan siyasi sonuçları da önemli oldu. CHP içindeki Mustafa Kemal Paşa’nın da desteklediği sertlik yanlısı grup, hükümeti suçluyordu. Sonunda CHP grubunda güvensizlik oyu alan Fethi Bey 2 Mart’ta istifa etti. Başbakan atanan Ismet Paşa, 4 Mart’ta güvenoyu aldı ve aynı gün Meclis’ten hükümete olağanüstü yetkiler veren "Takrir-i Sükûn Kanunu" nu geçirdi. Yine aynı gün ayaklanma bölgesinde ve Ankara’da görev yapacak iki "Istiklal Mahkemesi" kuruldu. Isyan süratli bir askeri harekát sonucu Nisan 1925’te bastırıldı. Hükümet 3 Haziran 1925’te isyanla ilgisi bulunduğu gerekçesiyle TCF’nin kapatılmasına karar verdi. Haziran 1926’da Izmir’de Mustafa Kemal Paşa’yı hedef alan bir suikast girişimi açığa çıkarıldı. Suikastçıları yargılayan Ankara Istiklal Mahkemesi soruşturmayı, kapatılan TCF mensuplarını ve bir kısım eski ittihatçıları kapsayacak biçimde genişletti. 1927 Ağustos ve Eylül’ünde yapılan 3. dönem TBMM seçimlerine CHP muhalefetsiz ve tek parti olarak katıldı. 15 Ekim 1927’de CHP’nin ilk kongresi toplandı. Kongrede Mustafa Kemal Paşa’nın bizzat okuduğu Büyük Nutuk, Türk Kurtuluş Savaşı’nın askeri, siyasi ve diplomatik tarihi niteliğindeydi. Takrir-i Sükûn Kanunu, 1927’de iki yıllık bir süre için uzatıldıktan sonra, 4 Mart 1929’da yürürlükten kaldırıldı. 1929 dünya ekonomik bunalımının, etkilerini Türkiye’ye duyurduğu sırada Mustafa Kemal Paşa, bir demokrasi denemesine girişti. Onun isteği üzerine, eski başbakan Fethi Bey’in başkanlığında 12 Ağustos 1930’da kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası’na CHP’den 15 milletvekili katıldı; bütün hoşnutsuz unsurlar bu partide toplandı. Fethi Bey, kuruluşundan yaklaşık üç ay sonra, olgun bir muhalefet oluşmadığından (17 Kasım 1930) partinin feshedildiğini açıkladı. Cumhuriyet Halk Fırkası’nın 8-18 Mayıs 1931’de toplanan 3. Kongresi’nde partinin "altı ok" ambleminde simgeleşecek olan ana ilkeleri belirlendi: Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Laiklik, Devletçilik ve Inkılapçılık. Bu ilkeler, 1937’de Anayasa’ya girerek devletin temel ilkeleri durumuna yükselecekti. Ekim 1937’de Atatürk ile anlaşmazlığa düşen başbakan Ismet Inönü istifa etti. Başbakanlığa iktisat bakanı Celal Bayar atandı.



Devrimleri


ATATÜRKAtatürk’ün önderliğindeki Cumhuriyet’in önünde duran sorun, Türkiye’nin milli ve çağdaş bir devlet olarak yeniden kuruluşu sorunuydu. Türkiye medeni dünyanın bir parçası olacaksa, görünüşteki bir modernleşme ile yetinemezdi; toplum ve kültür yapısında, bütünüyle, temelden bir değişiklik gerekliydi. Cumhuriyet’in ilanını izleyen ve "Atatürk devrimleri" diye adlandırılan bir dizi reformla Cumhuriyet, atılımını engelleyen geçmişin bağlarından kurtulmayı, gelişmesinin önünü açmayı amaçlıyordu. Atatürk’ün deyimiyle "muassır memleketler" in düzeyine yükselmek başlı başına bir amaçtı. Cumhuriyetçilerin bu amaca yönelik ilk ani darbesi, Islami geçmişle güçlü bir bağı temsil eden hilafetin kaldırılması oldu. Hilafetle birlikte Şeriye ve Evkaf Vekaleti de kaldırıldı ve yerine başbakanlığa bağlı Diyanet Işleri Başkanlığı kuruldu (3 Mart 1924). Aynı gün "Tevhidi Tedrisat Kanunu" çıkarılarak, dinin eğitimdeki rolü iyice sınırlandırıldı; bunu bir ay sonra şeri mahkemelerinin kapatılması izledi. Bunların toplu etkisi, geçmişte birçok defa reform girişimlerini engellemiş olan ve devrimlerin önünde tutucu özelliklerini sürdüreceği düşünülen ulemanın toplumdaki gücünün kırılması oldu. 2 Eylül 1925’te tekkeler, zaviyeler ve türbelerin kapatılmasının pratik bir amacı da Doğu Anadolu’da 1925 Şubat’ında patlak veren Şeyh Sait Isyanı’nda önemli rolü olan tarikatların etkisinin kırılmasıydı. Bunu izleyen aylarda, 25 Kasım 1925’te ise şapka giyilmesi zorunlu hale getirildi ve fes yasaklandı. 26 Aralık 1925’te Gregoryen takvim ve yıl resmen kabul edildi. 17 Şubat 1926’da Isviçre Medeni Kanunu’ndan uyarlanan "Türk Medeni Kanunu" nun kabulü ise toplumsal hayatı derinden etkileyebilecek ülkenin modernleşmesi, geleneksel kadın erkek eşitsizliğini hukuksal düzeyde ortadan kaldıracak çağdaş ilkelere göre düzenleme yolunda çok önemli bir adım oldu. Medeni Kanun’un kadının yasal durumunda meydana getirdiği değişiklik, özellikle önemliydi. Bunu 1 Mart’ta "Türk Ceza Kanunu" nun, 22 Nisan’da "Borçlar Kanunu" nun kabulü izledi. 10 Nisan 1928’de, 1924 Anayasası’nda yer alan devletin resmi dininin Islam dini olduğuna ve dini işleri TBMM’nin düzenleyeceğine ilişkin hüküm, anayasa metninden çıkarıldı. Milletvekili ve cumhurbaşkanı yeminlerinde yer alan dini ibareler atıldı. Böylece din ile devlet ilişkileri ayrı tutuldu. 3 Kasım 1928’de Latin harflerinin kabulü ise geçmişten gerçek bir radikal kopuşun cesur bir ifadesiydi. Harf devriminden sonra bizzat Atatürk’ün başlattığı kampanyayla geniş yığınlara yeni yazıyı öğretmek amacıyla "Millet Mektepleri"açıldı. 1 Eylül 1929’da Milli Eğitim Bakanlığı okullarından Arapça ve Farsça dersleri de kaldırıldı. 3 Nisan 1930’da Türk kadınları belediye seçimlerinde 26 Aralık 1933’te muhtar, köy ihtiyar heyetleri seçiminde seçme ve seçilme hakkını kullandılar. 5 Aralık 1934’te çıkarılan bir yasayla da kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanıdı. Şubat 1935’te yapılan milletvekili seçimlerinde Meclis’e 18 kadın milletvekili girdi. 26 Mart 1931’de uluslararası uzunluk ve ağırlık ölçüleri benimsendi. 21 Aralık 1934’te kabul edilen "Soyadı Kanunu" ile, soyadı alma zorunluluğunun getirilmesi, Medeni Kanun’un kabulünden sonra beklenen bir aşamaydı. 26 Kasım 1934’te ise bey, paşa, efendi gibi lakap ve unvanlar kaldırıldı. 27 Mayıs 1935’te kabul edilen bir yasayla hafta tatili cumadan pazara alındı
DIŞ POLİTİKA
Lozan Antlaşması, bazı sorunların çözümünü Türkiye’nin ilgili taraflarla yapacağı görüşmelere bırakmıştı. Lozan’da ertelenen Musul sorunu, Türkiye ile Ingiltere arasındaki görüşmelerle çözülemeyince, Milletler Cemiyeti’ne götürüldü. Milletler Cemiyeti, Musul’u Ingiltere mandası altındaki Irak’a bıraktı; Türkiye mevcut güç dengelerini göz önünde tutarak kendi görüşünde direnemedi. Lozan Antlaşması’nın uygulanmasından kaynaklanan Türkiye ile Yunanistan arasındaki nüfus değişimi (mübadele) sorunu 1930’da imzalanan bir antlaşmayla çözüldü. Osmanlı borçlarının ödenmesinden kaynaklanan sorunlar, 1928’de Türkiye’nin bu borçların büyük bölümünü üstlenmesiyle çözüme bağlandı. 1930’lara gelindiğinde Türkiye Lozan’dan arta kalan bütün sorunları hemen hemen çözmüştü. Türkiye, komşusu Sovyetler Birliği ile daha Kurtuluş Savaşı yıllarında kurduğu iyi ilişkileri sürdürdü. 1925’te Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında bir dostluk ve tarafsızlık antlaşması imzalandı. Türkiye, 1930’larda bir yandan Sovyetler Birliği ile dostluğunu korurken, bir yandan da öteki komşuları ve Batı ile ilişkilerini geliştirmeye önem veren bir dış siyaset izledi. Türkiye’nin 1932’de Milletler Cemiyeti’ne katılması, Batılı devletlerle ilişkilerini geliştirmesi yolunda önemli bir adımdı. 1929-1933 arasında toplanan Balkan Konferansları’nda ve 1934’te Türkiye, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya’nın katıldığı Balkan Antantı’nın oluşturulmasında Türkiye etkin bir rol oynadı. Öte yandan Türkiye’nin girişimiyle Irak, Iran ve Afganistan arasında Sadábad Paktı imzalandı. Böylece Türkiye, Ortadoğu’da ve Balkanlarda barışın kurulmasında ve korunmasında etkili oldu. Italya’da ve Almanya’da faşizmin ortaya çıktığı, Avrupa’da Birinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan düzenin tartışılmaya başlandığı ve yeni kampların oluştuğu bir ortamda, kuvvet dengesini gerçekçi bir biçimde değerlendiren Türkiye, iki önemli dış politika girişiminde bulundu. Bunlardan ilki Boğazlar rejimini yeniden düzenleyen 1936 Montreux Sözleşmesi’ydi. Montreux Sözleşmesi ile Lozan Konferansı’nda imzalanan Boğazlar Sözleşmesi’nin, Boğazlar’ın askersizleşmesiyle ilgili hükümleri kaldırıldı ve Boğazlar’ın güvenliği Türkiye’nin sorumluluğuna bırakıldı. Ikinci girişim, Misakı Milli sınırları içinde bulunmasına rağmen 1921 Ankara Itilafnamesi’nin Türkiye sınırları dışında bıraktığı Hatay ile ilgiliydi. Türkiye, Ekim 1936’dan başlayarak Hatay’ın Türkiye’ye katılması için zorlu bir diplomatik mücadele verdi. 1938’de bağımsız bir devlet statüsüne kavuşan Hatay’ın Türkiye’ye katılması, 29 Haziran 1939’da gerçekleşti.
EKONOMİK GELİŞME
Cumhuriyet, Osmanlı Imparatorluğu’ndan savaşın daha da kötü hale getirdiği, dışa bağımlı ve geri bir ekonomik yapı devralmıştı. Ayrıca Lozan Antlaşması himayeci politikalara bazı sınırlamalar getirmekteydi. Şubat 1923’te toplanan Izmir Iktisat Kongresi’nde benimsenen, yerli ve yabancı sermayeyi teşvik, sınırlı bir korumacılık, milli unsurun desteklenmesi gibi esaslar, Cumhuriyet’in 1923-1929 yılları arasındaki ekonomi politiğine egemen olacaktı. Ancak bu liberal yönelişler, ulusal bir ekonomi kurma yolunda demiryolu şebekesinin ve tütün rejisinin millileştirilmesini engellemedi. 1926’da Türk limanları arasında kabotaj hakkı Türk gemilerine verildi. Tarım kesimine dönük en önemli gelişme ise 1925’te áşárın kaldırılmasıydı. 1923-1929 arası tarım kesimi ekonominin en hızlı gelişen kesimi oldu. Bunda barış koşullarının yanı sıra, hükümetin tarıma dönük politikalarının da etkisi vardı, 1924-1929 yıllarında tarımsal hásılanın ortalama yıllık büyüme hızı yüzde 16,2 olarak gerçekleşti. Lozan’ın getirdiği sınırlamalara rağmen, Cumhuriyet, milli bir sanayinin yaratılmasını milli ekonominin vazgeçilmez bir şartı olarak görüyordu. 1923-1929 yılları arasında sanayinin gelişme hızı tarımın gerisinde olmakla birlikte yüzde 8,5 gibi önemli bir ortalamaya ulaşmıştı. 1925’te Sanayi ve Maden Bankası kuruldu; 1927’de "Teşvik-i Sanayi Kanunu" çıkarıldı. 1924’te kurulan Iş Bankası yerli ve yabancı sermaye çevreleriyle siyasi kadroların bütünleşmesinde, özel girişimciliğin teşvik edilmesinde önemli bir rol oynadı. Dünya ekonomik buhranının patlak verdiği 1929 yılı, aynı zamanda, Lozan’ın getirdiği ekonomik kısıtlamaların kalktığı ve Türkiye’ye düşen Osmanlı borçlarının ilk taksidinin ödeneceği yıldı. Dünya ekonomik buhranının olumsuz etkileri, devletçi ve korumacı bir ekonomi politikasının uygulanmasını kaçınılmaz kıldı. Yeni ekonomik politikanın ilk belirtisi, başbakan Ismet Paşa’nın Sivas’ta, Türkiye’nin "devletin daha büyük ekonomik faaliyetine olan ihtiyacı" nı dile getirdiği konuşmasıydı. 1931’de ise devletçilik, Cumhuriyet Halk Fırkası’nın programına girdi ve altı ilkesi arasında yer aldı. Bu devletçi siyasetin en belirgin yanı, devletin tarım dışındaki alanlarda asli yatırımcı ve üretici unsur olarak ortaya çıkmasıydı. 1933’te ilk Beş Yıllık Sanayi Planı hazırlandı ve 1934’te onaylandı. Plan, asıl olarak dokumacılık, madencilik, káğıt, seramik ve kimya sanayilerini geliştirmeyi amaçlıyordu. 1933’te Sümerbank, 1935’te Etibank kuruldu. Sanayi üretiminde ortalama yıllık yüzde 11,6 oranında bir büyüme, dünya buhranı koşullarında ve esas itibariyle ülkenin kendi imkánlarıyla gerçekleştirildi.


ATATÜRK Ölümü üzerine



"Dolmabahçe Sarayı’nın damından sallanan Cumhurbaşkanlığı bayrağının ağır ağır yarıya indirildiğini gördüğüm zaman artık her şeyin bittiğini ve sevgili Atatürk’ün çok uzun süren son dünya uykusundan hiç açılmadan ebedi uykusuna dalarak terki heyet ettiğini anladım. (...) Saraya girdiğim zaman insanların acı feryatları ve derin teessürle karşılaştım. Hissettiğim yeis ve matem o kadar büyük ve umumi idi ki kimsenin kimseyi taziye edecek hali ve kudreti yoktu..." Dr. Asım Arar/Atatürk’ün doktoru
"Büyük Türk Milletine!
Bütün ömrünü hizmete vakfettiği sevgili milletinin ihtiram kolları üstünde Ulu Atatürk’ün hakikatte yattığı yer Türk milletinin onun için aşk ve iftiharla dolu olan kahraman ve vefalı göğsüdür.
...Milletlerarası kardeşçe bir insanlık hayatı Atatürk’ün en kıymetli idealiydi. Bütün dünyada ölümünün gördüğü ihtiramı insanlığın atisi için ümit verici bir müjde olarak selamlarım." Ismet Inönü
"Istanbul neye uğradığını anlamamış gibi acı bir sessizliği gömülmüştü. Çocuklar başlarındaki fiyonkları, kordelaları çıkardılar. Sokaklarda kadınlar ağlıyor Ata’nın siyah tüllere bürünmüş resimleri önünde dua ediyorlar." Lord Kinross
Share this article :

Yorum Gönder

 
Support : Creating Website | Johny Template | Mas Template
Copyright © 2011. teleyorum - All Rights Reserved
Template Created by Creating Website Published by Mas Template
Proudly powered by Blogger