Karl Marx

22 Şubat 2010 Pazartesi0 yorum

Karl Marx İktisatçı, düşünür ve siyaset bilimci. Kendi adıyla anılan okulun öğretisiyle uluslararası sosyalist hareketi etkilemiş, yaşamını kapitalizmin eleştirisine adamış, Engels ile birlikte temellerini attığı, felsefe, iktisat, sosyoloji ve siyaset bilimi boyutlarını içeren Marksizm, yalnızca bir kuram ya da yöntem değil bütünsel bir dünya görüşünün yaratıcısı olmuştur.
Marx’ın tüm entelektüel araştırması yirmi beş yaşındayken belirlemiş olduğu şu programı yerine getirmeyi amaçlamıştı: "mevcut düzenin baştan aşağı kökten bir eleştirisini yapmak". Bu eleştiri aynı zamanda "pratik", yani eylemsel olduğundan Alman Ideolojisi’nde söylediği gibi, onu, ölümüne kadar sürecek olan yoğun bir militan etkinliğe yöneltecektir. Bu filozofun özgünlüğü buradadır; nitekim, Marx kısa sürede bir iktisat kuramcısı oldu: sürekli olarak kavgacı, tartışmacı bir düşünce (yine de bilimsel düzeye sahip bir düşünce), en derin bilgilerden beslenirken bir yandan da sürekli militan kalmış bir yaşam.
TRIER’DE BAŞLAYAN YAŞAM
1818’de Trier’de avukat bir babanın oğlu olarak dünyaya gelen Karl Marx, sekiz çocuklu bir ailenin ikinci çocuğudur (sülalesinde hahamların da bulunduğu Musevi bir aileden gelmekle birlikte, babası Protestan olmuştur). Berlin Hukuk Fakültesi’ne kaydolan Marx, o dönemde egemen olan Hegel düşüncesinin etkisi altında kaldı. Katıldığı "genç Hegelciler", Fransız Devrimi’nin ilan ettiği özgürlüğün, milliyetler ve işçi sınıfı için maya oluşturduğu Avrupa’ya gözlerini dikmişlerdi. "Demokritos ile Epikuros’un Doğa Felsefeleri Arasındaki Fark" (Differenz der demokritischen und epikureischen Naturphilosophie, 1841) üzerine hazırladığı doktora tezine çalışırken, aynı zamanda, başyazarı olduğu Rheinische Zeitung’ta çalışıyordu; gazete 1843’te kapatıldı. Genç Karl, aristokrat bir aileden gelen Jeny von Westphalen ile evlendi ve birlikte Paris’e göçtüler. Marx burada işçilerle, gizli derneklerle ve Cabet, Proudhon, Louis Blanc gibi sosyalistlerle karşılaştı ve Alman felsefesiyle, Fransız devrimci pratiği arasında bağ kurmaya çalışan "Fransız-Alman Yıllığı" (Annales franco-allemandes) adlı dergiyi çıkardı. Giderek daha çok siyasi iktisatla ilgilenen Marx, düşüncelerini, ölümünden sonra 1844 El Yazmaları adıyla yayımlanacak olan defterlere kaydetti; sonra, Berlin’de fakültedeyken karşılaşmış olduğu ve Rheinische Zeitung serüveninden de tanıdığı Friedrich Engels ile Kutsal Aile’yi kaleme aldı; bu kitap felsefi materyalizme bir tür ön hazırlık olarak kabul edilebilir. Guizot tarafından Fransa’yı terk etmeye zorlandığında, düşünceleri, yeniden Engels ile birlikte kaleme aldıkları Alman Ideolojisi’nde ve Feuerbach Üzerine Tezler’de (1845) ortaya konmuş durumdaydı. Bu noktada "pratiğe" (eyleme) geçiş artık başlamaktadır; iki dost, komünistlerin haberleşebileceği bir komiteler ağı kurdular. Daha önce yakın ilişkisinin olduğu Proudhon ile bağlarını koparan Marx (1847’de yayımlanan Felsefenin Sefaleti adlı kitabı, Proudhon’un "Sefaletin Felsefesi" adlı kitabına yanıt niteliğindedir), "Doğrular Birliği’ni", "Komünistler Birliği" olarak yeniden örgütledi; bu yeni birliğin şiarı olan "Bütün ülkelerin işçileri birleşiniz!" ifadesi, ünlü Komünist Manifesto’da (1848) tekrar edilecekti. Engels ile birlikte Almanya’da Neue Rheinische Zeitung’u çıkarmaya başladıkları sırada, Almanya’daki devrim hareketinin başarısızlığa uğraması üzerine, kesin olarak Londra’ya göç eden Marx, 1848’de Avrupa’da meydana gelen devrim hareketlerinden sonuçlar çıkararak, 1850’de Fransa’da Sınıf Mücadeleleri adlı kitabı yazdı (yay. 1895). Marx, Londra’da bulunduğu yıllarda maddi koşulları oldukça kötüydü. Geçimini sağlamak için 1851-1862 arasında Ingiliz ve Amerikan gazetelerine yaklaşık 500 makale yazdı. 1859’da Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’yı tamamladı ve 1867’de Kapital’in ilk cildini yayımladı. Bu süre içinde "Uluslararası Işçi Birliği" ya da kısaca "Enternasyonal"ın kurulmasına katıldı; "Enternasyonal" tüm Avrupa’da hızla yayılacaktı. 1871’de yazdığı Fransa’da Iç Savaş, tarihteki ilk işçi devleti olan "Paris Komünü"nün başarısızlığa uğramasını tahlil etmektedir. Marx, aynı zamanda Fransız reformcularıyla, Bakunin’in ardıllarıyla ve Ferdinand Lassale’ın Almanya’da yarattığı etkiyle (Gotha Programının Eleştirisi, 1875) mücadele ediyordu; bu mücadele, Marx’ı militanlıkla Kapital’in yazımını birlikte sürdürmeye yöneltiyordu (Kapital’in yazımı için Marx, iktisat, felsefe, tarih, toplumbilim gibi alanların yanı sıra, matematik, fizyoloji ve astronomi üzerinde de yoğun bir çalışma yapmıştır). Marx, eşini ve büyük kızını kaybettikten sonra, 14 Mart 1883’te sefalet olarak nitelendirilebilecek koşullarda ve arkasında olağanüstü zengin ve tamamlanmamış çalışmalar bırakarak öldü. Engels, onun ardından, Londra’da Highgate Mezarlığı’nda cenazesi toprağa verilirken şunu söyledi: "Adı ve eseri yüzyıllar boyunca yaşayacaktır."



Dünyayı değiştirmek




Karl MarxMarx felsefi bir sistem kurmaktan çok, "ideolojilerin" eleştirilmesi adına döneminin büyük felsefi sistemleriyle bizzat mücadele etmiştir ve 1845’ten sonra, zamanının çoğunu gazeteciliğe, tarihsel çözümlemeye ve özellikle, ekonomi politiğe ayırmıştır. Bununla birlikte, bu ansiklopedik kafa, Demokritos ve Epikuros üzerine verdiği doktora tezini hiçbir zaman unutmamış ve ilk özgün entelektüel dönemi felsefenin, felsefi açıdan bir eleştirisinden oluşmuştur. Genç Marx’ı büyük bir hızla yönlendiren fikir, düşünceyle eylem arasında bir birlik arayışıydı; çünkü tüm insan gerçekliğinin bu birliği ifade ettiğine inanıyordu. Hegel’e borçlu olduğu bir formülü Rheinische Zeitung’daki makalesinde şöyle ifade ediyordu: "Filozofların beyninde felsefi sistemleri inşa eden aynı ruh, işçilerin elleriyle demiryollarını da inşa etmektedir." Ancak, bir aynı "ruh"un birliği yerine, başka tür bir mantığın, materyalist tipte bir mantığın söz konusu olduğuna ikna olmuştu: bu mantık, toplumdaki sanat, felsefe, hukuk gibi yapıları sosyoekonomik yapılara bağlar. Marx, bu sosyoekonomik yapılara "üretim ilişkileri" ve "üretici güçler" adını verecektir. Insanların maddi koşullara bağlı yaşamları, tarihsel gelişmenin belirli bir evresinde, kültürel yaşamı belirlemekte ve bu yoldan açıklamaktadır.
Alman Ideolojisi’nde ve Feuerbach Üzerine Tezler’de, bu fikirler, Hegelci idealizmin tamamen bir kenara bırakılmasına neden olmuş ve Feuerbach’ın yaptığı gibi, dinin materyalist bir eleştirisine yol açmıştır. Şimdiye kadar, felsefi materyalizm, özerk bir birey olarak soyut bir insan kavramı üzerine temellenmişti: "Ancak insanın özü, yalıtılmış bireye ait olan bir soyutlama değildir. Gerçekte insanın özü, toplumsal ilişkilerin bütünüdür." Kavramlar, değerler, siyasi düzen, az ya da çok örtülü şekilde "temsil ettikleri" veya "ifade ettikleri" toplumsal ilişkilere gelip bağlanmaktadır. Filozoflar tarafından ele alınmış olan ünlü hakikat sorunu "kuramsal değil, pratik bir sorundur". Toplumsal gerçeklikte kendini göstermesinde düşüncenin "güçlü, etkin" olması fikri, geleneksel felsefeyle kopuşun bir gereklilik olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak, felsefeden söz edilebilir mi artık? Pratik etkililik ölçütü, hakikatın (bilgi alanında) ve adaletin (ahlak alanında) yerine geçme riskini taşımamakta mıdır? Marx’ın Feuerbach Üzerine Tezler’in sonuncusunda ifade ettiği şu ünlü tümce bu soruların sorulmasını gerektirmektedir: "Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; önemli olan onu değiştirmektir." Doğrusunu söylemek gerekirse, Marx bu sorulara zaten yanıt vermiş görünmektedir; çünkü filozofların "evrensel"ini reddetmekte ve mevcut gerçeklikte ortaya çıkan ve tarihte geri döndürülemez olan bir geleceği öne sürerek, bunun yerine bir başkasını koymaktadır.
PROLETERYA VE MİSYONU
Eğer her filozofun bir Arhimedes noktası (dayanak noktası) olduğunu kabul edersek (Platon’da "idealar", Descartes’ta "cogito", Hegel’de "tin" veya zihin), bu bakımdan, Marx da bir istisna oluşturmaz: proletarya, aynı zamanda hem tarihsel öznedir, hem de filozofun sözcülüğünü yapması gereken "pratik-eleştiri" etkinliğinin etken öznesidir. Toplumun bir sınıfının, nasıl "evrensel"in (Allgemeine) somut bir örneği olduğu öne sürülebilir? Şimdiye kadar topluma egemen olan her sınıf, "kendi düşüncelerine bir evrensellik biçimi vermek, onları akla yakın ve evrensel olarak geçerli yegáne düşünceler topluluğu olarak temsil etmek zorundaydı". Proletarya devrimci sınıf olmasına karşın, "özel bir çıkarın, genel çıkar olarak temsil edilmesinin veya "Evrensel’in egemen olarak temsil edilmesinin" artık zorunlu olmadığı bir evreye doğru yaklaşmaktadır; çünkü proletarya yalnızca bencil bir grubun değil, tüm insanlığın çıkarlarını savunmaktadır. Burada, Marx’ın idealist felsefeyi al aşağı ettiği yeni bir kaldıraç (bazılarının söylediği gibi "darbe") söz konusudur: pratik evrensellik olmadan, "somut evrensel" materyalist bir şekilde yorumlanmadan, kuramsal evrensellik de yoktur. "Eleştiri" kavramının bu simgesi kendisini komünizm adı verilen pratikte ve onun ayrılmaz özniteliği olan enternasyonalizm’de gerçekleştirecektir: "Bütün ülkelerin işçileri birleşiniz!" "Komünist Manifesto" açıkça siyasi olan bu şiarı formüle etmişti (Marx’ın ana metnini yazdığı 1864’teki Birinci Enternasyonal’de somutlaşmıştı); ancak Komünist Manifesto’nun kökleri, 1845’te girişilmiş olan felsefi soyutlama tartışmalarında bulunmaktadır.


"Burjuva Bilimine" Karşı Kapital




Karl MarxAltyapıların bilgisinin devrimci bilinç için kaçınılmaz olduğunu düşünen Marx, Kapital’in yazılmasına yıllarını vermiştir; bu eser, kapitalizmin acımasız zorunluklarının bilimini yaratmalı, kapitalizmin doğuş, olgunlaşma ve yıkılma koşullarını aydınlatmalıydı. Burada söz konusu olan çalışma, nesnel bir gerçekliği betimlemek için tüm ütopik görüşleri ve tüm kehanetleri dışlayan bir çalışmadır ve bu nesnel gerçekliğin bilgisi yalnızca onun gerçekleşmesini çabuklaştırabilir. Kapital’in Almanca ikinci basımına önsözde (1873), filozof Marx’ın değiştiği, ancak filozof tarafının tamamen de ortadan kalkmadığı görülmektedir. Alman Ideolojisi’nde olduğu gibi "burjuva" kuramcılarının evrensellik iddialarıyla alay edilmektedir: "Ekonomi politik ancak sınıf savaşları üstü örtülü kalması veya istisnai olgular olarak kendini göstermek şartıyla bilim olarak kalabilir." Eğer bir bunalım ortaya çıkıyorsa, "sorun, şu veya bu teoremin doğru olup olmadığını bilmek değil, ama zamanında ortaya çıkıp çıkmadığını, polisin hoşuna gidip gitmediğini, kapitale yararlı mı zararlı mı olduğunu bilmektir". Buna karşılık (ve 1845’te olduğu gibi), Marx, bilim yoluyla bir sınıfın çıkarlarının taşındığından kuşku duymamaktadır: "Böyle bir eleştiri bir sınıfı temsil ediyorsa, bu sınıf, tarihsel misyonu kapitalist üretim tarzını kökünden değiştirmek, devrim yapmak ve nihai olarak {hedefi} sınıfları ortadan kaldırmak olacak bir sınıftan başkası olamaz." Burada konuşan eski pratik-eleştirel filozoftur ve bu tarihte tüm Avrupa’da bulduğu yankıdan dolayı da gurur duymaktadır. Kendisinden diyalektik mantık yöntemini aldığı Hegel’i incelediğini ve onu "ayaklarının üzerine diktiğini" (veya, başka bir yorumla, ondaki "zihni çekirdeği" çekip çıkardığını) hatırlatmaktadır. Diyalektikle ve materyalizmle, düşünce "güç" olmaktadır; 1873’te Marx şunları yazıyor: "Var olan şeylerin pozitif olarak kavranışında, (diyalektik) aynı zamanda, hem onların kaçınılmaz olumsuzlanmasının anlaşılmasını, hem de zorunlu yıkımlarını içermektedir; (...) diyalektik esas itibarıyla eleştirel ve devrimcidir."
KESİNLİKLER VE BELİRSİZLİKLER: "MARKSİZME" DOĞRU
Marx’ın düşüncesinin birliği sistemin özelliği değildir; ama bu birlik şu kesin belirlemede bulunmaktadır: yeter ki, kuramcı gözlerinin önündeki toplumsal hareketi sistemleştirsin, o kuramcı doğru bir iş yapmakta ve "iedeoloji"den kurtulmaktadır. 1843’ün filozofunun söylediği gibi: "Biz dünyanın bizzat kendi bağrından geliştirdiği ilkeleri dünyaya taşıyoruz. Ona niye savaştığını ve kendinin bilincinin (özbilincin) ulaşılması zorunlu olan bir şey olduğunu kesin bir şekilde gösteriyoruz." Görüldüğü gibi, tarihsel zorunluluğu (dönemin romantik veya ütopik sosyalistlerine karşı) ifade eden bu kesinleme, dogmacılığa gidebilir; iradeci olmak istemeyen (Marx’ın babasına yazdığı bir mektupta belirttiği gibi), olanı ve olması gerekeni bir araya getiren bu niyet, ideolojileri eleştirirken, kendi kendisini de eleştirebilecek midir?
Kızları tarafından hazırlanan sorulara verdiği cevapta, istediğini özlü bir şekilde ortaya koyarak şunları yazan da Marx’tır: "Her şeyden kuşku duyun."
MARKSİST TERMİNOLOJİ
Altyapı: üretim tarzının yalnızca ekonomiye özgü aşamasını oluşturur ve dinden bilime kadar "üstyapının" çeşitli ideolojik dallarını belirler.
Ideoloji: sınıflı toplumları tutsak kılan yanıltıcı zihinsel veya tinsel üretim.
Insan: Kapital’e göre insan, emeğin tarihsel koşullarından bağımsız olarak önce araçları yaratan bir hayvandır. Marx tarafından yeniden ele alınan bu tanımlama Franklin’e aittir. Sınıf mücadelesi: Antikçağ’daki kölelikten, komünizm evresine kadar günlük yaşamda olduğu gibi, tarihin de itici gücü olan toplumsal doku. Üretim tarzı: "üretici güçler" ile "üretim ilişkilerini" bir araya getiren üretim tarzı, toplumun tarihin bir evresinde bir kuşak tarafından seçilmemiş olan koşullarını ve bu koşulların içinde insanların yaşamalarını, çalışmalarını ve düşünmelerini hayata geçirme tarzını oluşturur.
Yabancılaşma: bu kavram, genç Marx’ta, işçinin insan olmaya özgü olan özüne yabancılaşmasına neden olan çalışma etkinliğini belirtmektedir.
Gerçek bir tarihsel güç haline gelen Marx ve Engels’in düşünceleri, gerçekte, bir felsefeden, idelerin dünyayı yönetip yönlendirmesini reddeden maddecilikten kaynaklanır. Gerçekten, XIX. yüzyılın ilk yarısında Hegel felsefe ekolünden yetişen bu iki Alman genci, Hegelciliğin tarihsel belirlenimcilik düşüncesini benimserler. Yalnız Marx ve Engels’teki tarihsel belirlenimciliğin hareket ettirici gücü Hegel’deki gibi ide değil, bu kez, ekonomik koşullar ile siyasal devrimlerdir. Söz konusu Alman felsefesiyle Fransız sosyalizminin ve Ingiliz ekonomi politikasının sentezini yapan Marksizm, kendini, "bilimsel sosyalizm" olarak tanımlar. Bilimsel sosyalizm, komünist perspektifi, bir ütopya olarak değil, kapitalist gelişmenin kaçınılmaz sonucu olarak koyar. Gerçekten de, kapitalist üretim tarzında burjuvazi, ezilen bir sınıfın, proletarya emeğini sömürmektedir. Bu sömürünün meyvesi ise artıkdeğerdir (ücretli işçiye ödenmeyen, onun emeğinin arta kalan bölümü). Artıkdeğer kárı sağlar, kár birikimi ise sermayenin büyümesine neden olur. Bu ekonomik sömürü, sınıf mücadelesi’nin temel hedefini oluşturur. Burada, baskı aracı olan devlet, burjuvazinin çıkarlarına hizmet eder. Düşüncelerimizin etki alanı veya ideoloji (din, hukuk, sanat, politika vb) de, sınıflar arasındaki güç dengesine boyun eğer: bir dönemin egemen düşünceleri, egemen sınıfın düşünceleridir. Bu analizden yola çıkan Marx ve Engels, teori ile pratik arasında bir eklenmenin gereğini belirtirler: Kapital’deki açıklamalar, Alman Ideolojisi’yle getirilen eleştiri, Komünist Manifesto’da özetlenen tarih anlayışı, yani tüm kuramsal eser, siyasal bağlanmaya çağrıdır; kuram da kendinden kaynaklanan bu siyasal bağlanmayla beslenir. Marx ve Engels, önce Paris’teki Alman göçmenleri, sonra da Londra’da Ingiliz sendikacılarıyla, devrimci bir eylem yürütür. Bu eylem, I. Enternasyonal’in temellerinin atılmasıyla hedefe ulaşır. Paris Komünü’ne şiddet yoluyla son verilmesi, Marx ve Engels’i proletaryanın siyasal örgütlenmesi konusundaki tutumlarını güçlendirmeye götürür; proletarya, komünist devrimi gerçekleştirerek, özel mülkiyetin ailenin ve devletin ortadan kaldırılması hedefine ulaşacaktır.
MARKSİZMİN ÜÇ KAYNAĞI
Almanya, Fransa ve Ingiltere’de Marx ve Engels, dönemin kültürel açıdan en ileri, ekonomik bakımdan en gelişmiş bu üç ülkesinin en özgün yanlarının bir sentezini gerçekleştirme olanağı bulmuş oldular. Marx, felsefe ve hukuk öğrenimini önce Bonn’da, daha sonra Berlin’de Hegel’in felsefesinden, ateist ve devrimci sonuçlar çıkarma çabası içindeki "sol Hegelciler" grubuna bağlı kalarak yaptı. Marksizmin önderleri, söz konusu Alman idealizminin Ğbu düşünce tarzını "tersyüz" ettikten sonraĞ diyalektik yöntemini, sistemli tutkusunu ve akılcı uzlaşmazlığını almıştır. Fransa’nın devrimci tarihi, sınıf mücadelelerinin açıklığını, keskinliğini, açık iktidar kavgalarının deneyimini, gizli örgütlenme biçimlerini ve "ütopyacı" sosyalizm idealini (Cabet, Fourier, Saint-Simon) benimsediler. Ingiltere ise onlara, en gelişmiş biçimiyle kapitalist ekonomiyi, sefalet içindeki bu emekçi sınıfın durumunu, kitlesel sendika kavgalarını ve ilk ekonomistlerin (A. Smith, D. Ricardo, T. R. Malthus) eserlerini sağladı; iki kuramcıyı, sömürünün işleme mekanizmasının bilimsel kavrayışına doğru yönlendirdi.
İDEOLOJİNİN ELEŞTİRİSİ
Ideoloji terimini Fransız ideologlardan alan Marx-Engels, bu deyimle, insanların, kendileriyle, doğa ve toplumla olan ilişkilerini tasarladıklarını ifade ettiler. Ideolojik kandırmacanın eleştirisi, ağırlıklı biçimde, Alman Ideolojisi’nde (1845-1846) yer alır. Bu eleştiri, öncelikle, getirdiği maddeci tezlerle, tarihsel maddecilik için temel niteliktedir: ideaları, düşünceleri belirleyen, maddesel gerçekliktir; tersi söz konusu olamaz; bunun sonucunda da tarihsel maddecilik ideaların, düşüncelerin özerk bir tarihi olduğu görüşünü reddeder. Bir devrin egemen ideolojisi, o dönemde toplumda egemen olan sınıfın ideolojisidir. Ancak egemen ideolojinin boyunduruğu altında bulunan bir ideoloji ya da ideolojiler de vardır; her bir ideoloji, sosyal bir sınıfın çıkarlarının "yansıması"dır. Bununla birlikte bu "yansı" tezi, bir belirlemenin ancak "son kertede" ideolojik işleyişe göreli bir özerklik bırakan maddesel koşullar tarafından gözönüne alınmasıyla birtakım nüanslar kazanır. Bu ideoloji tüm kültürel fenomenleri (din, felsefe, hukuk, sanat, politika vb) bir arada toplar ve bilimsel bilginin karşısında yer alır.
EKONOMİNİN ELEŞTİRİSİ
Marx, bir muammadan yola çıkar: eğer sermayedar, hammaddeyle işçinin emeğinin tam karşılığını ödemiş olsa, üretilen mal nasıl kár getirirdi kendisine? Emek de bir metadır (proleter; iş gücünü, emeğini, pazar kurallarına göre sermayedara kiralar, kendisini köleden ayıran da budur). Ayrıca, bir meta, bir mal, sosyal yararlılığı ve değişim kapasitesiyle tanımlanır; onun değişim değeri ile fiyatını belirlemeye yarayan ortak ölçü ise, kendi içinde kristalleşen sosyal emeğin miktarıdır. Yani Marx, Adam Smith’in kullanım değeri-değişim değeri, ayrımını kullanmaktadır. Sözgelimi pırlanta, yüksek bir değişim değeri, buna karşılık düşük bir kullanım değeri taşımaktadır; oysaki su söz konusu oldu mu, tam tersidir bu. Demek ki; bir malın değeri, onun somut yararında değil, üretilmesi için gereken emeğin miktarındadır. Emek gücünün değeri ise, onu oluşturmak için gerekli eğitim, beslenme, konut vb gibi unsurlardan kaynaklanır. Fakat emek gücünün özgünlüğü asıl onun, ilkesel başlangıç değerinin üzerinde bir değer üretme gücünde yatar; bu özerkliğiyle de zenginliklerin biricik kaynağını oluşturur. Sermayedar, parasını, kapitale dönüştürmeyi; diğer bir deyişle kár elde etmeyi başarıyorsa bu, işçiye, emek gücünün korunması, canlı tutulması, varlığını sürdürebilmesi için gerekli olanın çok üstünde çalışma saati dayatmasındandır. Bu karşılığı ödenmeyen emek fazlası, başlangıçtaki yatırıma eklenen artıkdeğeri oluşturur.


Kapitalizm'den Komünizme Devrimci geçiş




Karl MarxMarksizm, ütopyacı sosyalizme (Saint-Simon, Fourier, Owen ve diğerleri) karşı, kendini bilimsel sosyalizm olarak tanımlar. Hedef aynıdır: sınıflar arası antagonizmi (uzlaşmazlığı) ortadan kaldırmak. Ne var ki ütopyacıların, tarihin zorunlu deviniminin yerine, imgesel bir çözümü koydukları, acımasız devrimci bir kavga yerine ise, barışçı bir uzlaşmayı savundukları ölçüde, hedefe ulaşma araçları da değişiklik gösterir. Tarihte şiddetin rolünü teslim etmeyi ve devrimci eylem koyma yolunda proletaryanın bilinçli bir biçimde örgütlenmesinin gerekliliğini reddeden ütopyacılar, bilimsel sosyalizm yanlılarınca, "dünyayı düşe" dönüştürmekle suçlanırlar. Marx ve Engels, felsefi gelenekle, idealizmle olduğu kadar spekülatif maddecilikle de bağlarını koparmak isterler: "şimdiye dek filozofların yaptığı dünyaya yorumlar getirmekti; oysa ki asıl olan, dünyayı değiştirmektir."   Bu değişimin amacı, sınıflı toplumun ve onun temelleri, özel mülkiyet, aile ve devletin ortadan kaldırılmasıdır. Üretim araçlarının mülkiyeti, sınıf farklılaşmasının kaynağı olmuştur. Böylece tarih, efendilerle köleler (antikçağ), senyörlerle serfler (feodalizm) ve burjuvalarla proleterler (kapitalizm) olarak bölünmüş toplumların birbirini izlemesine tanık olur. Sömürücü sınıfın aleti olan devlet yıkılmalı ve "proletarya diktatörlüğü" devletin yerini almalıdır; proletarya diktatörlüğü, sınıfların yok olmasını ve komünizmi hazırlar. Proletarya, zincirlerini kırarken tüm insanlığı da kurtarır. Ütopyacılar ve anarşistlerle ortak olan hedef de budur; onlardan farklı olan yanı ise devlet iktidarının ele geçirilmesinin gerekliliğidir.  
                     
BAŞLICA ESERLERİ
Feuerbach Üzerine Tezler (1845, Thesen über Feuerbach)
Felsefenin Sefaleti (1847, Misre de la Philosophie)
Komünist Manifesto (Engels ile, 1848, Manifest der Kommünistschen Partei).
Alman Ideolojisi (1845/46, Die Deutsche Ideologie)
Ücretli Emek ve Sermaye (1849, Lohnarbeit und Kapital).
Fransa’da Sınıf Mücadeleleri (1850, Die Klassenkampfe in Frankreich)
Grundrisse, Ekonomi Politiğin Eleştirisi (1857/58, Grundrisse der Kritik der Politischen Ökonomie)
Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı (1859, Zur Kritik der politischen Ökonomie)
Kapital (1867/1894, Das Kapital, üç cilt)
Fransa’da Iç Savaş (1871, The Civil War in France)
FRİEDRİCH ENGELS
Engels, 1820’de, Wuppertal yakınlarındaki Barmen’de (Rheinland Eyaleti) iplik imalathanesi olan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Çeşitli fabrikaların yanında, Manchester’da da bir pamuklu fabrikası bulunan ailenin gelecekteki işlerini devralmak üzere eğitildi. Ancak çok erken yaşta felsefeyle tutkulu bir şekilde uğraşmaya başladı ve Berlin Üniversitesi’ndeki genç Hegelcilerin lideri oldu. Marx ile tanıştığında "Schelling, Isa’daki Felsefe" (1842) makalesini henüz yayımlamıştı. Babası tarafından Manchester’a gönderilen Engels, ailenin sanayiye dönük girişimlerini, ekonomi politiğin ve işçi sınıfının incelenmesi için bir laboratuvar gibi kullandı. 1844’te, Paris’te Marx ile buluştu ve dostlukları gibi ortak kuramsal çalışmaları da kesintisiz sürdü; Engels, Kutsal Aile’nin, Alman Ideolojisi’nin ve Komünist Manifesto’nun yazılmasına katıldı.
Ayrıca, "Fransa’da ve Almanya’da Köylü Sorunu" (1894) adlı bir incelemenin ve tarihsel materyalizmin bir açıklaması ve 1925’te yayımlanan "Doğanın Diyalektiği" (Dialektik der Natur, 1925) adlı eserin tamamlayıcısı olan "Anti-Dühring"in (1878) yazarıdır.
Share this article :

Yorum Gönder

 
Support : Creating Website | Johny Template | Mas Template
Copyright © 2011. teleyorum - All Rights Reserved
Template Created by Creating Website Published by Mas Template
Proudly powered by Blogger