22 Nisan 2010 Perşembe0 yorum

 Lev Tolstoy, ülkesinde köylüler yararına yaptığı sosyal ve pedagojik çalışmalarına hiç ara vermeden, Rus edebiyatına Savaş ve Barış ve Anna Karenina gibi en güzel iki şaheser kazandıran zengin edebi yaratılarında, ahlaki mükemmellik idealini bu sözlerle dile getirmeye çalışıyordu.
"Hikáyelerimin kahramanı,  yüreğimin bütün gücüyle sevdiğim, bütün güzellikleri içinde anlatmaya çalıştığım ve hep güzel olan, güzel kalan ve hep güzel kalacak olan gerçektirÈ: Lev Tolstoy, ülkesinde köylüler yararına yaptığı sosyal ve pedagojik çalışmalarına hiç ara vermeden, Rus edebiyatına Savaş ve Barış ve Anna Karenina gibi en güzel iki şaheser kazandıran zengin edebi yaratılarında, ahlaki mükemmellik idealini bu sözlerle dile getirmeye çalışıyordu. Kont Lev Nikolayeviç Tolstoy 28 Ağustos 1828’de Tula ilinde Yasnaya Polyana’da doğdu. Annesini küçük yaşta kaybetti. Babası ve kardeşleriyle yaşadığı aile topraklarında Rus kırsal yaşamını erkenden tanımış oldu. On beş yaşında Voltaire’i ve üstünde kalıcı bir etki bırakacak olan Rousseau’yu okudu. 1847’de üniversiteden ayrılarak köylülerine yararlı olmak amacıyla dönüp Yasnaya Polyana’ya yerleşti.


SAVAŞÇI TOLSTOY

Genç Tolstoy, dört yıl süren acılardan ve yaşamın anlamını sorgulamalardan sonra 1851’de yaşadıklarından tatmin olmayarak Kafkasya’ya gidip topçu teğmeni oldu. Edebiyat çalışmalarına da gerçek anlamda burada başladı. O dönemde Kafkasya bir eğitim ocağı ve aralarında Lermontov’un da bulunduğu pek çok Rus yazarı için esin kaynağıydı; zaten Tolstoy’un gençlik hikáyeleriyle (özellikle savaş sahneleri) Lermontov’un üslubu arasında bir yakınlık sezilebilir. Dağıstan ve Çeçenistan’ın Rus Çarlığı’na bağlanması üzerine yerli halkın gösterdiği tepkileri, Tolstoy Kazaklar adlı hikáyesinde anlatır. Kırım Savaşı sırasında Sivastopol’da bölük komutanı olarak kuşatılmış şehrin en tehlikeli kesiminde bulundu ve yaşadıklarını Sivastopol adlı eserinde anlattı.

Tolstoy bu eserinde yeniden savaş temasını ele alır. Onun savaş sahnelerini roman kişilerinin algılarına dayanarak anlatması ve bütün bir savaş mekanizmasını ahlakın prizmasından geçirmesi büyük bir yeniliktir.

Tolstoy'un Edebiyata girişi
 Tolstoy’un yayımlanan ilk kitabı Çocukluk’un ne Kafkasya’yla, ne de Kırım’la bir ilgisi vardır. Tolstoy bu kitapta çocukluk anılarına geri döner, Yasnaya Polyana’daki yaşamdan sahneler canlandırır. Bu hikáyeyi gönderdiği Sovremennik dergisinin yönetmeni şair Nekrasov, derhal yayımlamaya karar verir. Böylece, ilk hikáyesinin yayımlanmasından sonra, peş peşe çıkan Ilk Gençlik (1854) ve Gençlik’le (1857) Tolstoy, döneminin en tanınmış yazarları arasında  yer aldı. Nekrasov, Turgenyev’e şöyle der: ÇIşte yeni bir yetenek, hem de kesin görünen bir yetenek."

Bu üçleme içinde geçmiş yıllara duyulan özlemden, çocukluğun masumiyetinden, dünyayı keşfedişteki tazelikten çok daha fazlasını barındırır. Tolstoy’un gelecekteki eserlerinin taşıyacağı bütün özgünlüğü, özellikle de özelleştiriye olan eğilimini tohum halinde içerir. Delikanlılığında daima doğru hareket etmek amacıyla entelektüel ve moral yeteneklerinin gelişmesi için bir program hazırlamayı tasarlar. On dokuz yaşından başlayarak en küçük eylem ve düşüncelerini didik didik edip eleştirdiği bir günlük (tüm yaşamı boyunca sürecek ve binlerce sayfa tutacak) tutar.

Tolstoy’un gelişim çizgisini defalarca saptıracak derin krizlere karşın, onun kişisel ütopyası çok erken oluşur. Bu sadece bireyin manevi mükemmelliğinin kötülük ve yalanla daha iyi  baş edebileceği, çünkü bu konuda toplumsal reformların bile yetersiz kalacağı, toplumun insanı yozlaştırdığı  şeklindedir. 1856’da bu aykırı düşünceyi sonuna kadar götürerek, "sanat sanat içindir" görüşünü savunan bir grup kuramcıyla yakınlık kurdu. Ertesi yıl, Isviçre’yi, Fransa’yı, Almanya’yı dolaştı ve birçok eser (bu arada, Iki Süvari Subayı [Dva Gusara], Üç Ölüm [Tri Smerti]) yazdı. Rusya’yla karşılaştırıldığında Batı Avrupa’da egemen olan toplumsal özgürlük onu adeta çarptı, ama çok geçmeden madalyonun öteki yüzünü, ilerlemenin olumsuz yanlarını da fark etti. Yasnaya Polyana’ya dönüşü kölelerin özgürleştirilmesinden hemen önceye rastlar.

Tolstoy, Toprak Ağasının Sabahı (1856) adlı hikáyesinde genç prens Nehliyudov’un kişiliğine kendi yaşamından pek çok ayrıntı yükler. Tıpkı  yazar gibi, genç prens de üniversiteyi terk eder. Yaz tatilini geçirmeye gittiği kırdaki malikánesinde, buraya yerleşip köylülerin yaşamını  değiştirmeye karar verir.  Ama "iyi" bir toprak sahibiyle köylüler arasında uçurum vardır. Tolstoy burada kır hakkındaki derin bilgisini gösterir.

1853’ten 1863’e kadar, on yıl boyunca Tolstoy en şiirsel eserlerinden birisi olan Kazaklar üzerinde çalıştı. Olenin adında soylu bir delikanlı, sürdüğü yaşamdan son derece bezmiş olarak, 1851 ilkbaharında Kafkasya’ya gider. Tolstoy burada Doğu’yu konu alan edebiyatın büyük çoğunlukla bulandığı egzotizmin tersine, neredeyse etnografik bir ayrıntı zenginliğiyle bir Kazak köyündeki yaşamı aktarır. Yazara çok benzeyen, kendisini büyüleyen bu dünyaya karışmayı başaramayan ve ayrılık zamanının gelip çattığını hisseden Olenin’le Tolstoy bir huzursuz kişilikler topluluğunun ilk halkasını oluşturmuş olur.

CİDDİ UĞRAŞLAR

Tolstoy, 1859’da bir bunalımın eşiğindedir. Iyilik yapabilme olanağına kavuşacağına inandığı huzurlu kır yaşamına olan özlemini dile getirmeye çalıştığı, alaycı başlığıyla Aile Mutluluğu’nun yayımlanması, aslında cesaretini kırmıştır. 9 ekim tarihli yazısında şunları itiraf eder: "Artık bir yazar olarak hiçbir değerim yok. Yazmıyorum, Aile Mutluluğu’ndan beri hiçbir şey yazmadım ve sanırım, yazamayacağım da."

Böylece, 1859’dan 1862’ye kadar bütün  zamanını "Yasnaya Polyana" lı köy çocukları için bir okul kurmakla geçirdi. Bu arada Yasnaya Polyana adlı  pedagojik bir dergi çıkartmaya başladı. Tolstoy, köylü reformları yılları süresince sulh yargıçlığı yaptı ve  pek çok anlaşmazlıkta köylülerle soylular arasında arabuluculuk görevini üstlendi.

1862’de Sofya Andreyevna Bers’le evlendi ve ondan üç çocuğu oldu. Düğünden önce, aşklarla dolu geçmişini bilmesi için geline günlüğünü okutması bu evliliği tehlikeye soktu. Daha sonra, Sofya Andreyevna da, kocasının önerisi üzerine, neredeyse sadece onunla ilişkilerine adanmış bir günlük tuttu. Eşler günlüklerini birbirlerine gösterdiler, hatta Tolstoy eşinin defterine notlar düştü. Sofya Andreyevna’nın, kocasının kitaplarının sansürce yasaklanması üzerine bizzat Moskova’ya çarın huzuruna çıkacak kadar ailesine bağlılığını da gösterdiği mutlu bir evliliğe karşın, Tolstoy kendi dünya görüşüyle çelişen aile yaşamından soğudu.

Tolstoy 1863’te on yılını alacak olan Savaş ve Barış’ı yazmaya koyuldu. Bu anıt eser, yazarın Sivastopol Savaşı’nda  Rus birliklerinin uğradığı bozguna, bu birliklerin aptalca yok oluşuna tanık olduğu bir dönemde tasarlanmıştı. Elbette bu dönemin seçilmesinde, tarihten öç alma, Rusya’ya bir  bozgun yerine bir zafer sunma isteğinin yattığı gözden kaçmamaktadır. Tolstoy, Napolyon’a karşı yapılan savaşın, halk içinde bulduğu desteği göstermek isterken, bu savaş hakkında, zaman zaman tanıklıklarla bile çelişen yeni bir değerlendirmeyi kabul ettirmeyi başarır. Tolstoy, bu esere başladığında, 1856’da geçen, Sibirya’ya sürülen Dekabristlerin dönüşünü konu alan bir hikáye yazmayı düşünüyordu.Ama başlangıçtaki tasarısından vazgeçerek sadece  kahramanın yaşamında bir dönüm noktası olan olayı değil (1825 ayaklanması) 1812 anayurt savaşıyla aynı döneme rastlayan  gençlik yıllarını da anlatmaya karar verdi. Tolstoy hikáyesine bir bozgunu anlatmakla başlamayı tercih etti: romandaki olaylar 1805’te başlıyordu.

Savaş ve Barış alışılmış sınıflandırmaların dışında kalan bir eserdir. Bu eser ne psikolojik, ne de tarihi bir romandır, ne sosyal bir kronik ne de üst sınıfların yaşamının sergilenmesidir. Kitabın içinde hepsinden bir şeyler vardır. Kitap yayımlandığında çok çeşitli tepkilere yol açtı. Gerçekleri çarpıtmakla suçlandı, Çar Aleksandr bile Tolstoy’un her şeyi birbirine karıştırdığını söyledi. Tolstoy’un yurtseverlik ve kahramanlık anlayışına tepki gösteren savaş gazileri  romanı kınadılar. Tolstoy’un romanın biçimine hákim olamadığını ileri sürdüler. Bu arada ilericiler, kadının bağımsızlığı yolundaki düşüncelere karşı çıkışı veya geçmişe olan bağlılığı yüzünden onu şiddetle eleştirdiler. Yazar, Savaş ve Barış’ta halk fikrine Anna Karenina’da (1877) aile fikrine önem verdiğini söyler. Bu, Savaş ve Barış’ta aile sahnelerine yer verilmediği veya Anna Karenina’nın sorunsalının sadece aile içinden kaynaklandığı anlamına gelmez. Iki eser arasında on yıllık bir zaman farkı vardır: ne Tolstoy aynı Tolstoy’dur, ne de Rusya aynı Rusya. Yazar, romanda ilerledikçe, başlangıçtaki kendini mahva sürükleyen evli bir kadın fikri, genişleyip derinleşir. Burada Tolstoy’a en yakın kişilik Konstantin Levin’dir.  Tolstoy da onun gibi köylüleriyle ekin biçecektir, üstelik Levin’in arazisi Yasnaya Polyana’ya çok benzemektedir. Iki kahraman (Anna ve Levin) neredeyse hiç karşılaşmazlar, birbirine paralel mekánlarda yaşarlar; bu da eleştirmenlerin Tolstoy’u konuyu inşa etmede yetersizlikle suçlamasına yol açmıştır. Yazar bu eleştirileri şöyle yanıtlar: "Tam tersine  eserimin mimarisinden gurur duyuyorum, tonozlar öylesine kavuşuyorlar ki, şatonun nerede olduğu bile görülemiyor."

Tolstoy'un dünyadan kaçışı
 Tolstoy, 1880’lerde yeniden büyük bir ruhsal bunalıma yakalandı ve bunu Itiraflarım (Ispoved, 1882) adlı hikáyesinde şöyle anlattı: "Çevremizdeki yaşamla ilgimi tamamen kestim." Toprağı işlemeye başladı, malını mülkünü dağıttı, dünyanın değişmesinin bireysel kol emeğiyle gerçekleşebileceğine inandı, şiddete  karşı çıkıp, barışı savundu, ve Yasnaya Polyana’dan hiç ayrılmadı. Bu dönemdeki yazılarında, gerçeği arayış en ön plandadır: Efendi ile Uşak (Hozyain i Rabotnik), Karanlığın Kudreti (Vlast Tmi [beş perdelik oyun]), Sanat Nedir? (Çto Takoye Iskusstvo?), pek çok halk masalı, felsefi ve ahlaki eserler, "Neye Inanıyorum?" (V Çyom Moya Vera? 1888), "Dogmatik Ilahiyatın Incelenmesi" (Kritika Dogmatiçeskovo Bogoslaviya, 1891), "Kilise ve Devlet"  (Tserkov i Gosudarstvo, 1891), "Tanrı’nın Ülkesi Senin Içindedir" (Tsarstvobojiye Vnutri Vas, 1894).



1886’da Ivan Ilyiç’in Ölümü’ nü tamamladı. Bu dizinin en başarılı hikáyesi kuşkusuz bu eserdir. Kahraman bir memurdur, hep herkes gibi yaşamayı isteyen bir adamdır. Ancak ölüm döşeğinde, hayatının ne kadar boş geçtiğini anlar. Tolstoy bütün hayatının, işinin, ailesinin bir aldatmacadan başka bir şey olmadığını gören bir insanın manevi acılarını sergiler.



Tolstoy,  Kröyçer Sonat’ta (1889) evliliğin gerçek duyguların taklidinden başka bir şey olmadığı sıradan bir ailenin dramını ele alır. Pozdnyçev’le karısının arasında körü körüne bir cinsellikten başka hiçbir bağ yoktur. Pozdnyçev’in kıskançlığı onu cinayete sürükler: karısını öldürür. Burada Tolstoy’un o dönemde geliştirdiği ve dünyadan el etek çekmeyi, bedeni reddi hatta bedenden nefreti savunan cinsellikle ilgili kuramların çelişki ve sınırlarını görüyoruz. ÇŞeytan" ve Serge Baba adlı hikáyeler de aynı temayı sürdürürler.



Tolstoy, 1890’ların başında dünyaya yeni bakışını bir romanda dile getirme ihtiyacını duydu. Uzun yıllar Diriliş adlı eseri üstünde çalıştı ve kitap 1899’da yayımlandı. Bu eserin ana konusu,  soylu  sınıftan Nehliyudov tarafından baştan çıkarılıp terk edilen Katyuşa Maslova adlı yoksul bir genç kızın yaşadıklarıdır. Katyuşa’ya mahkemede rastlayan (kız hırsızlık ve cinayetle suçlanmaktadır) Nehliyudov hayatını altüst edecek bir sarsıntı geçirir. Romanın ilk versiyonunda Nehliyudov, Katyuşa’yla evlenir. Son ve yayımlanan biçimindeyse, her iki kahraman da kendi kurtuluşlarının arayışı içindedirler: Katyuşa sürgündeki bir devrimciyle yakınlık kurarken, Nehliyudov kendini Incil’i okumaya verir. Buna rağmen, 24 şubat 1901’de Yüksek Kilise Meclisi Tolstoy’u sapkınlık ve ateizmle suçlayarak afaroz etmiştir.



1912’de ölümünden sonra yayımlanan ve son eserlerinden biri olan Hacı Murat’ta, Tolstoy, Kafkasya anılarına geri döner. Gerçeği arayışı, yaşamının sonunda onu evinden ve karısından kaçmaya ve Kafkasya’ya gitme niyetiyle trene atlamaya sürükledi. Ama çok hastalandı ve kırsal kesimde bir tren istasyonunda, Astapovo’do 7 kasım 1910’da  öldü. Cenaze töreni, ülkenin dört bir yanından gelen on binlerce insanın bir araya geldiği ulusal bir gösteriye dönüştü.



Tolstoy sadece yazar olarak değil, düşünür olarak da yığınları derinden etkilemiştir. Onun ilkesine göre yaşamak için Tolstoycu topluluklar oluştu, ne var ki bunlar devrimden sonra zulme uğradı.



SAVAŞ VE BARIŞ



Savaşla barış birbirini izler, savaş sahnelerinin ardından aile sahneleri karşımıza çıkar. Romanın başında Nataşa Rostov henüz bir çocuktur, oysa genç Piyotr Bezuhov çoktan evli bir erkektir ama mutsuzdur: karısı, herkesi aynı gülüşle selamlayan güzel prenses Helena’dan ayrılır. Ama Helena ölür. Nataşa’ysa Piyotr’un arkadaşı Prens Andrey Bolkonskiy’le nişanlıdır. Nişanlısının yokluğunda, Helena’nın erkek kardeşi Anatol Kuragin’e áşık olur ve onunla kaçmaya kalkışır. Daha sonra, Prens Bolkonskiy’in ağır biçimde yaralanması üzerine, Nataşa ona ne kadar derin bir aşkla bağlı olduğunu anlar ve ondan af dilemek için gizlice onun yattığı kulübeye girip saklanır. Sonunda, Nataşa Piyotr’la evlenip, kendisini ailesine adar ve Dekabrist ayaklanmasına katılan kocası, 14 aralık 1825’te Sibirya’ya sürülünce onun peşinden gider.



Tolstoy’un çizdiği portreler galerisinde, Nataşa’nın anne ve babası (yanlarında yetişen ve oğulları Nikolay’la evlenme düşleri kuran yoksul akraba kızı Sonya, Andrey’in kız kardeşi evde kalacak gözüyle bakılan, Marya Bolkonskiy’e aşık olan Nikolay) ve Andrey’in babası ataerkil Rusya’yı temsil eden yaşlı prens Bolkonskiy  yer alır.



Savaş ve acı dolu sahnelere karşın, Savaş ve Barış’a egemen olan renk aşk ve yaşamla doludur. Tolstoy, "Roman yazarken bir sanatçının amacı bir sorunu tartışılmaz biçimde kökünden çözmek değil, ama sayılamayacak kadar çok, bitmek tükenmek bilmez tezahürleri içinde yaşamı sevdirmektir" der.

BAŞLICA ESERLERİ



Çocukluk (Destvo, 1852)



Ilk Gençlik (Otroçestvo, 1854)



Toprak Ağasının Sabahı



(Utropomeşçika, 1856)



Gençlik (Yunost, 1857)



Aile Mutluluğu



(Semeynoye Sçastye, 1859)



Kazaklar (Kazaki, 1863)



Sivastopol



(Sevastopolskiye Rasskazi, 1868)



Savaş ve Barış (Voyna i Mir, 1873)



Anna Karenina (1878)



Ivan Ilyiç’in Ölümü



(Smert Ivana Iliça, 1886)



Kröyçer Sonat



(Kreytserova Sonata, 1889)



"Şeytan" (1890)



Serge Baba (Otets Sergi, 1898)



Diriliş (Voskreseniye, 1899)



Hacı Murat (Hadjii Murat, 1912)



"Hikáyelerimin kahramanı,  yüreğimin bütün gücüyle sevdiğim, bütün güzellikleri içinde anlatmaya çalıştığım ve hep güzel olan, güzel kalan ve hep güzel kalacak olan gerçektirÈ: Lev Tolstoy, ülkesinde köylüler yararına yaptığı sosyal ve pedagojik çalışmalarına hiç ara vermeden, Rus edebiyatına Savaş ve Barış ve Anna Karenina gibi en güzel iki şaheser kazandıran zengin edebi yaratılarında, ahlaki mükemmellik idealini bu sözlerle dile getirmeye çalışıyordu. Kont Lev Nikolayeviç Tolstoy 28 Ağustos 1828’de Tula ilinde Yasnaya Polyana’da doğdu. Annesini küçük yaşta kaybetti. Babası ve kardeşleriyle yaşadığı aile topraklarında Rus kırsal yaşamını erkenden tanımış oldu. On beş yaşında Voltaire’i ve üstünde kalıcı bir etki bırakacak olan Rousseau’yu okudu. 1847’de üniversiteden ayrılarak köylülerine yararlı olmak amacıyla dönüp Yasnaya Polyana’ya yerleşti.

Share this article :

Yorum Gönder

 
Support : Creating Website | Johny Template | Mas Template
Copyright © 2011. teleyorum - All Rights Reserved
Template Created by Creating Website Published by Mas Template
Proudly powered by Blogger