Benitto Mussolini

22 Şubat 2010 Pazartesi0 yorum

 Tarihteki Italyan liderleri arasında en çok tanınanlardan biri olan Benitto Mussolini, insanlık tarihinde, şöhretinin yaygınlığı ile aynı ölçüde olumlu izler bırakmamıştır. Bununla birlikte Il Duce’nin, fazla uzun sayılmayacak yaşamı boyunca tutkulu bir aşk ile bağlı olduğu Büyük Roma’yı tekrardan canlandırabilmek için verdiği mücadeleyi son nefesine kadar sürdürdüğü de bir gerçektir.

SON ROMALI

Benitto, 29 Temmuz 1883 yılında Romagna Forli yakınlarında Predappio kasabasında dünyaya geldi. Annesi, ilkokul öğretmeni, babası ise demirciydi. Babası gibi koyu bir sosyalist olan Mussolini, 1901 yılında henüz 18 yaşındayken öğretmenlik yapmaya
başladı. Bundan bir yıl sonra, ilerideki kariyeri ile karşıtlık oluşturacak şekilde zorunlu askerlik görevinden kurtulabilmek amacıyla Isviçre’ye kaçtı. Ne var ki şansı yaver gitmeyince, Italya’ya iade edildi ve orduya katılmak zorunda kaldı. Başı bir türlü beladan kurtulmayan genç, 1908 yılında, yaşamında bir dönüm noktası teşkil edecek olan gazetecilik mesleğine atılarak Avusturya’da bir gazetede çalışmaya başladı. Bu süre içinde "Kardinalin Metresi" adlı kitabı kaleme aldı.

SOSYALİZMLE İLK FLÖRT

Daha sonra ülkesine dönen Benitto, Forli’de "Sınıf Mücadelesi" adlı sosyalist bir gazetede çalışmaya başladı. Karl Marx’a olan ilgisi, ilk zamanlarda Nietzche’nin felsefesi, Balnqui’nin devrimci doktrinleri ve Sorel’in sendikacılık idealleri ile harmanlanmış bir sentez halindeydi. 1910 yılında, Forli’deki Sosyalist Parti’nin sekreteri oldu.

Benitto Mussolini’nin bu dönemindeki ideal ve görüşleri, daha sonraki yaşamında demir bir yumrukla Italyan halkına empoze edeceği rejim ile ciddi bir karşıtlık oluşturur. 1911 yılında Italya Türkiye’ye savaş ilan ettiğinde, vatansever olmamakla övünen Mussolini, bu pasifist görüşleri yüzünden hapse atıldı.  Hapisten çıktıktan sonra Milano’daki sosyalist gazete "Avanti!" de savunduğu düşünceleri sayesinde Italyan sosyalistleri arasında militan bir ün yaptı. Bu sıralarda, proletaryanın "sıkı bir demet (fascio)" oluşturması gerektiğini savunuyordu ki bu süreç, birçokları tarafından faşizm rejiminin tohumlarının ilk atıldığı zaman olarak değerlendirilmektedir.

1914 yılında Italya’nın Birinci Dünya Savaşı’na katılmasına diğer sosyalistler gibi o da karşı çıktı. Ona göre moral açıdan kabul edilebilecek tek savaş, sınıf savaşı idi ve Italyan hükümetini savaşa katıldığı takdirde bir devrim başlatmakla tehdit etti. Ne varki kısa bir süre sonra görüşlerini, Sosyalist Parti’yi ve gazetedeki editörlüğüğnğ terk ederek, savaşa ilişkin tamamen farklı bir tavır takındı.

1915 yılında Britanya, Fransa ve Rusya, Londra Anlaşması ile Italya’ya kayda değer ölçüde toprak vaat ettiler. Görünüş itibarıyla sosyalist olan Mussolini, kalben gerçek bir milliyetçiydi ve konumunu süratle terk ederek Italya’nın savaşa katılmasını desteklemeye başladı. O sırada bu dönekliğine gösterdiği mazeret ise: savaş sonrasında doğacak olan kaos ve kargaşa ortamının sınıf devrimini gerçekleştirmek için olağanüstü bir fırsat yaratacağı ve bu zamanda pasif kalmanın, daha sonra sosyalistlerin dışlanması sonucunu doğuracak olmasıydı. Aslında Mussolini, savaşın ortaya güçlü bir milliyetçilik akımı çıkaracağını tahmin ediyordu.  Bu rüzgárdan sonuna dek faydalanmak konusunda kararlıydı. Onun bu fırsatçı tavırları, sosyalist liderlerle olan ilişkisini büyük ölçüde sona erdirdi ve "Avanti!"den kovulması ile sonuçlandı. Bunun üzerine Faşist hareketin ana yayın organı olacak olan "Il Popolo d’Italia" (Italyan Halkı) adlı gazeteyi kurdu. Bu gazetenin sponsorlarının büyük sanayiciler ve Italya’yı harbe sokmak için büyük çaba harcayan Fransızlar olduğunu öğrenen sosyalistler, Mussolini’yi Sosyalist Parti üyeliğinden de ihraç etti.



Italya Mayıs 1915’te savaşa girince Mussolini de Eylül ayında orduya katıldı. 1917 Şubatı’nda kullandığı bombanın patlaması sonucunda ağır şekilde yaralandı ve Haziran ayında terhis edildi. Silah altında geçirdiği bu süre, onun militarist ve milliyetçi yönünü iyice ortaya çıkararak sosyalizmle kalan son manevi ilişkisini de sona erdirmiş oldu.

Faşizmin doğuşu

1918 yılında savaş sona erdiğinde Mussolini kendini politik açıdan oldukça karmaşık bir konumda hissediyordu. Ciddi bir sıkıntı ortamının hüküm sürdüğü Italya’nın kendisi gibi karizmatik ve tutkulu bir lider için bulunmaz bir ortam olduğunu hissetmekle beraber, bu durumda nasıl bir mesaj ile ortaya çıkması gerektiği konusunda oluşmuş ciddi bir fikri, henüz yoktu. Etrafında, liberal Italyan hükümetinden tiksinen işsiz ve yoksul binlerce insan vardı.  Artık yavaş yavaş nasıl bir yol izleyeceği konusunda kararını vermeye başladı: Yeni, güçlü, dünyayı titreten bir Italya; yeni ve daha güçlü bir Roma.



Çoğunlukla, terhis olmuş askerlerin desteğine sahip olan Mussolini, 1919 Martı’nda Fasci Italliani di Combattimento (Italyan Muharip Ligi) hareketini başlattı.  Kendilerine "Faşistler" diyen ve siyah gömlek giyen bu grup, silahlı gençlerden oluşmaktaydı ve hareketin düzenlediği miting ve yürüyüşleri korumakla görevliydi. Silahlı bir milis gücüne sahip olmanın avantajlarının farkında olan Mussolini, politik rakiplerine, özellikle sosyalistlere karşı, şiddet içeren eylemlere başlayarak Italyan politik hayatında ciddi ağırlık kazanmaya başladı.

Silahlı çetelerinin ona sağladığı bu saldırganlık ile Italyan hükümetine karşı şiddetli bir muhalefete başladı. Vittorio Orlando’yu, Versay Anlaşmasında Italyan hedeflerini gözetmemekten, pasiflik ve korkaklıktan dolayı ağır şekilde eleştirmeye başladı. Tüm muhalif politik grupların nasibini aldığı bu saldırılar Mussolini’yi güçlendirmekte, diğer grupları ise benzer taktikler kullanmaya zorlamaktaydı.

1919 seçimlerinde ağır bir yenilgiye uğrayan Mussolini, ancak 1921 senesinde Meclis’e girmeyi başardı. Sağladığı bu yeni güç ile sosyalistler üzerinde uyguladığı terör taktiklerini de gittikçe artırmaya başlamıştı. Bu durumdan pek de şikáyetçi olmayan ve faşist hareketin ana sponsoru durumundaki sanayici elit, ülkede oluşan kargaşa ve anarşi ortamına aldırmaksızın Mussolini’yi desteklemeye devam etti. Mussolini ise sponsorlarının isteklerine uygun şekilde grev-kırıcılığı eylemlerine başlayarak devrimci eğilimlerini tamamen terk etti. Bununla da yetinmeyen Mussolini’nin faşist çetesi, katolik ticaret sendikalarını da hedef almaya başladı. Uygulanan tamamen yasadışı bu saldırılar ve terör karşısında; hükümet, duyarsız, çoğu zaman ise çaresizdi.

1921 yılı boyunca Mussolini oldukça kurnaz ve acımasız bir politik oyun oynamaktaydı. Bir tarafta; parlamenter kanallarla siyasi hareketini Ulusal Faşist Partisi haline getirip, etkili bir nüfuza sahip ulusal ve sanayici elitin desteğini sağlamak amacıyla hareket eden daha radikal faşist eğilimleri bastırmaktaydı. Diğer yandan ise, hükümeti, faşist harekete karşı baskı uygulamaya kalkması halinde alaşağı etmekle açıkça tehdit etmekteydi. Liberal hükümet ise olağanüstü bir iktidarsızlık örneği sergileyerek rejime karşı açık tehdit oluşturan bu harekete karşı eylemde bulunmak bir yana, Mussolini’nin desteğini kazanmaya çalışmaktaydı. Zaten Mussolini’nin meclise girmeyi başarması da bu sayede olmuştu. Liberal hükümet, seçimlere hazırlık aşamasında Faşist Parti’yle seçim koalisyonu oluşturmuş, Mussolini de dahil 35 faşistin Meclis’e girmesini sağlamıştı.  Liberal hükümet, oldukça iyimser bir beklentiyle, meşru politik zeminde, olacak bir Mussolini’nin militarist ve terörist metotları terk edeceğini, bu arada kendilerine ciddi rahatsızlık veren sosyalist unsurları da baskı altına alacağını, böylece bir taşla iki kuş vurabileceğini düşünüyordu.

Sonunda, Mussolini’nin politik ihtirası, beklediği fırsatı 1922 yılının Ekimi’nde yakaladı.  Kral Victor Emannuel III sürekli düşen hükümetler, giderek artan anarşi ve kaos ortamı yüzünden; bu durumu düzeltmekte tamamen yetersiz kalan Giovanni Giolitti, Ivanoe Bonomi ve Luigi Facta liderliğindeki liberal hükümetin de düşmesinin ardından Mussolini’yi, "Başbakan" sıfatıyla hükümeti kurmakla görevlendirdi. Kralın bu görevlendirmeyi yapmasının arkasında yatan asıl etken, Mussolini’nin on binlerce kara gömlekli çetecisinin Roma’yı işgal etme tehdidiydi.  Kral, önce olağanüstü hal ilan edip, Roma’ya doğru yürüyüşe geçmiş bulunan bu çetecilerin üzerine orduyu göndermeyi düşünmüştü. Ancak, etkili sanayici lobisi, bürokratlar ve ordu komutanları, Mussolini’nin mevcut siyasi ve sosyal kaos ortamına ve anarşiye son verebilecek tek kişi olduğu konusunda Kral’a baskı uygulayıp, bir şans tanıması konusunda onu ikna etmişlerdi. Böylece Mussolini’nin, ulusal oyların yüzde on beşinden azını almış olmasına rağmen Italya Başbakanı ünvanını almasıyla hem Italya, hem de kendisi için sonu felaketle bitecek bir trajedyanın ilk perdesi oynanmaya başladı.

Mussolini, Başbakanlığının ilk zamanlarında parlamentodaki liberallerden de destek görmekteydi.  Nitekim bu destekle şiddetli bir sansür uygulamaya başladı.  Seçim sistemini değiştirerek, meydanlardaki yıllarında diktatörlük yetkilerini almasının ve diğer tüm politik partileri lağvetmesinin yolunu açtı. Basın üstündeki olağanüstü kontrolünü kullanarak kendi adı etrafında bir mit yaratmaya çalışıyordu: "Duce: Her zaman en doğrusunu yapan, her sorunu çözebilecek tek adam..."  Bunun ne denli sahte bir imaj olduğunu Italyan halkı ancak yıllar sonra, çok ağır bedeller ödeyerek, anlayacaktı.

Italya kısa zamanda bir polis devleti haline getirildi. Sosyalist Giacomo Matteotti gibi Duce’ye muhalefet etmeye çalışanların sonu ya suikasta kurban gitmek ya da benzeri şekilde dışlanmaktı. Işin ilginç yanı ise, Mussolini’nin muhteşem performansı ve etkili söy-levleri sayesinde Italyan halkı ona karşı büyük bir hayranlıkla yaklaşıyordu.  Muhalif hareket ise, taban bulamadığı bu ortamda zaten herhangi bir varlık göstermiyordu.

Mussolini, 1922 yılı boyunca birçok bakanlığın görevini bizzat üstlendi. Öyle ki, bazı zamanlarda Başbakanlık’la beraber, Içişleri, Dışişleri, Koloniler, Savunma Bakanlığı da dahil 7 bakanlığın görev ve sorumluluklarını kendi üstüne alarak bir süre sonra elde edeceği diktatörlük yetkisinin bir anlamda provasını yapıyordu. Aynı zamanda, mutlak güce sahip Faşist Parti’nin ve silahlı faşist çetelerinin liderliğini de yapmakla Italya’da tam anlamıyla tek güç haline gelmiş, herhangi muhalif bir hareketin oluşmasına zemin vermemişti. Tamamen merkezci bir sisteme dönen Italya’da kaçınılmaz olarak yolsuzluk ve verimsizlik en üst seviyeye tırmanmaya başladı.

Zamanının çoğunu, gerek yurt içinde gerekse yurt dışında, propaganda yaparak geçiriyordu.  Oldukça karizmatik ve güçlü imaja sahip olmanın yanı sıra, yıllarca gazetecilik yapmış olmanın verdiği tecrübe, kitleler üzerindeki etkisini olağanüstü kılmaktaydı. Tüm basın, radyo, eğitim sistemi, filmler dikkatle faşizm propagandası yapacak şekilde tekrardan yapılandırıldı ve Italya, faşizmin 20. yüzyılın en doğru rejimi olduğu, liberalizm ve demokrasinin yerini alacağı konusunda şiddetli ve etkili bir propaganda bombardımanına tutuldu.  Öncülüğünü ettiği rejimin prensiplerini 1932’de Enciclopedia Italiana’da da yayınlanacak olan makalesinde ortaya koydu.

FAŞİZM

 Faşizm, Nazizmin bir ölçüde daha ılımlı kardeş rejimidir denebilir. Asla sosyalist değillerdi ve sanayinin devletleştirilmesine ve kapitalist sınıfın ortadan kaldırılmasına da kesinlikle karşıydılar. Bununla birlikte, Hitler’in "lebensraum" diye adlandırılan "yaşam alanı" doktrinini ise pek önemsemiyorlardı. Yahudi düşmanlığı daha zayıftı ve katliamlar, kitle imhası yerine bireysel düzlemde gerçekleştiriliyordu.

Bununla birlikte, faşistler ve Naziler,  farkındaydı ve birçok açıdan karşılıklı olarak hayranlık duyuyorlardı. Hitler’in, Il Duce hakkında "Alplerin güneyindeki büyük şahsiyete karşı duyduğu içten hayranlığı" çeşitli zamanlarda ve yerlerde telaffuz etmesi bir tesadüf değildi.  Yine Hitler ve Mussolini’nin Ikinci Dünya Savaşında müttefik olmaları, Ispanyol Iç Savaşı sırasında Franco’nun demokrasi ve cumhuriyet düşmanı asi güçlerine yardım amacıyla asker ve teçhizat göndermeleri de bir tesadüf değildi.

Faşizm kelimesinin kökünü oluşturan "fasces" kelimesi, Roma Imparatorluğu’nda güç ve düzenin sembolüydü. Fasces, birbirine bağlı çubuklara denirdi ve Romalı politikacıların muhafızları ve hizmetkárları tarafından taşınırdı. Bir tek çubuğun zayıf olduğu, birbirine sıkıca bağlı çubukların ise kırılmaz bir bütün oluşturması anlamında algılanıyordu. Zaten Roma’da gücünü birlikten ve bir ölçüde vatandaş haklarına saygı duymasından almaktaydı.

20. yüzyıl doktrini olarak faşizm, tamamen Mussolini’nin uydurduğu bir rejimdi. Önceleri sıkı bir sosyalist olan Mussolini, Birinci Dünya Savaşı sonunda sosyalizme karşı mücadele konusunda büyük ölçüde ikna olmuştu: Sosyalizm, milliyetçiliğin ortaya koyduğu sağcı ve ırkçı dinamiklere rağbet etmiyor, bilakis bunu reddediyor, milletler arasındaki mücadeleyi tanımıyor, bunun ötesinde kapitalizm sonrası ekonominin nasıl işleyeceği konusunda net ve gerçekçi bir model ortaya koyamıyordu. Bunun sonucunda Mussolini, sosyalizmi terk etti. Hem milliyetçiliğin, hem de sosyalizmin çekici unsurlarını birleştirdiğini iddia ettiği ve adına faşizm dediği doktrini ortaya koydu.

Birçokları faşizmin bir rejim olarak asla varolmadığını, Mussolini’nin despotluğuna fikri bir makyaj vazifesi görmekten öte bir varlığının olmadığını öne sürer. Gerçekten de faşizm asla organize bir yapı ortaya koymamıştı ve öne sürdüğü fikirler bir çok noktada kendiyle çelişmekteydi.

Bununla beraber, faşizmin kendine özgü bazı net savları vardı ki bu sebeple faşizmi "bir ideoloji değildir" diye değerlendirmek bazen doğru olmayabilir.  Italya’da faşist rejimin göze çarpan karakteristiklerinden bazıları şöyle sıralanabilir:

-Liderlere Kesin Inanç: Iyi politika asla aşağıdakilerin düşüncelerinin yönetime yansımasıyla değil; yönetimdeki mahir liderlerin çözümleri ortaya koyarak aşağıdakilere empoze etmesiyle oluşur.

-Güçlü ve Birlik Içerisindeki bir Millet: Bireyler, milli amaca hizmet aşkıyla, canlarını vermek de dahil, her türlü fedakárlıkta bulunmalıdırlar. Savaş ve yayılmacılık, bireylerin kahraman karakterlerini ortaya koyabilecekleri uygun ortamlar ve yöntemlerdir.

-Koordinasyon ve Propaganda: Reklam, törenler, iktidar partisinde sosyal disiplin, lidere sadakát konusunda bir sembol ve belirleyici güç olması şarttır.

-Bazı geleneksel hiyerarşilere saygı: Örneğin ordu, aile ve kimi zaman da kilise.

-Sosyalist ve Liberallere karşı duyulan nefret: Sosyalistler, milli görüş karşıtı ve Sovyet uşağı hainler olarak; liberaller ise sosyalistlere karşı pasif kalan, bireysel değerlere önem veren, milli görüşü önemsemeyen, ulusu ve devleti zayıflatan yumuşaklar olarak algılanmalıdır.

-Yahudi Düşmanlığı: Şehirlerde yaşayan ve para kazanmaktan başka hiçbir kaygı taşımayan asalaklar, hırsız ve bozguncular olarak görülmeliler. Paralarını çalışarak değil mali manipülasyonlar yoluyla kazanırlar.

Aslında faşizmin popülerlik kazanmasında kapitalizmin aksadığı yönler de pay sahibidir, ki zaten faşizm, kendisini kapitalizmin bu aksaklıklarının giderileceği rejim olarak pazarlamıştır. Kapitalizm hızlı bir ekonomik kalkınma sağlamıyor ve işsizliğe çare getirmiyordu. Yine kapitalist ortamda zengin daha zenginleşiyor, yoksullarsa daha da yoksullaşıyordu. Son olarak, pazar ekonomisi insan ilişkilerini aşağılamaktaydı.  "Işimi gör, paranı al" düzeyinde gerçekleşen sosyal ilişkiler insanları birbirinden uzaklaştırıyor, ulusal birliği zedeliyordu. Faşistler, bireysel çıkarların asla ulusal çoğulcu çıkarların önüne geçemeyeceğini savunuyor, bu sebeple de ekonominin sendikacı ve şirketçi çizgiyi ortaklaşa barındırması gerektiğini düşünüyordu: Devlet, sendikalarla işverenler arasında arabuluculuk yapacak, yeri geldiğinde de işveren ve sendikaların doğru davranması için kafa kırmayı da bilecekti. Istihdam seviyesini ve ücretleri, pazar şartları değil, devlet belirlemeliydi.

Iki dünya savaşı arasındaki dönemde faşizmin bu tezleri birçok insan için oldukça çekiciydi gerçekten de. Demokrasiler ciddi bunalımlar neticesinde gerilemiş, Büyük Depresyonun etkileri tüm Avrupa’da çok yıkıcı olmuştu. Milyonlarca insanın işsiz kalıp yoksullaşmasıyla taban bulan komünizm, Avrupa’da hızla taraftar toplamaktaydı.  Liberal kapitalist hükümetler ise ne bu tehdit karşısında ne de ekonomik sorunlara çözüm getirmekte olumlu bir rol oynayabildi.

Bu bağlamda faşizm, insanlara iş, aş ve milli birlik önermekte, sosyalist tehdide karşı da iddialı savlarıyla güven vermekteydi. Zaten, o dönemde insanlar için, eğer sosyalist değilse, faşizmden başka bir alternatif bulunmamaktaydı. Demokrasiler, ekonomik ve sosyal alanlardaki başarısızlıkları sebebiyle kitle desteğini yitirmişti ve belki Ingiltere hariç, tüm Avrupa halklarında ciddi bir komünist-faşist kutuplaşması yaşanmaktaydı.

Düşüşe doğru yükseliş

 Politik hırslarını ve güçlü yeni Roma idealini faşizmin sağladığı fikri vitrinle süsleyen Mussolini hızla işe girişti.  Ulusal parayı sabitleştirdi, demiryolları gibi devlet hizmetlerini iyileştirdi, sosyal güvenlik alanında çeşitli kanunlar çıkararak iyileşmeler sağladı ve Italya’nın dışa bağımlılığını minimize etmek iddiasıyla kendi kendine yeter bir ekonomi oluşturma yönünde kampanyalar başlattı. Toplu iş görüşmelerinde hakemlik yapmak üzere işverenleri ve işçileri temsil eden devlet kurumları oluşturdu.  Bu tavır ulusal kaygılar taşıyor gibi görünse de, ağırlıklı olarak Mussolini’nin finansörleri olan sanayici eliti kayırıyordu. Her şeye rağmen o dönemde Italya uluslararası arenada söz sahibi bir oyuncu haline geldi. Mussolini’nin etkili propaganda makinesi, bu başarı ve iyileşmelerin ancak, sınıf çatışmalarının ve liberal demokratik rejimin meydana getirdiği hastalıklı ve bencil hizipçiliğin ortadan kaldırılması ve bunun doğal sonucu olarak Mussolini liderliğindeki Italyan halkının ulusal birliğinin yeniden tesis edilebilmesi ile sağlandığı iddiasıyla beyin yıkamaya devam ediyordu.

Bu iddiayı bir ölçüde gerçek sayanlar vardı.  Toprak sahiplerinin, sanayicilerin ve orta sınıf insanların birçoğu Mussolini’yi Italya’nın kurtarıcısı olarak görüyordu.  Çünkü o, sosyal düzeni tekrar tesis etmişti ve iş çevrelerini kollayan bir politika yürütüyordu. Ne var ki, Italyan işçi sınıfının büyük bir kısmı faşist yönetimle hayat şartlarının daha da kötüleştiğini, iktidarın büyük ölçüde sanayicileri kayırdığını görüyor ve rejime destek vermiyordu.  Katolikler için de durum pek farklı değildi. Mussolini birçok dini kurumu kapatmış, papazların politik, ekonomik ve sosyal gücünü neredeyse tamamen ortadan kaldırmıştı.

Hálá kırsal bir ülke olan Italya’da kalabalık bir nüfusa sahip köylüler ise bölünmüş durumdaydı: Toprak sahipleri Mussolini’yi desteklerken, arazisi olmayanlar özellikle 1923’te toprak reformunu askıya almasından sonra Mussolini’ye karşı ya ilgisiz kalıyordu ya da düşmanca tavır takınıyordu.

Dış politikada ise Mussolini Italya’nın anti-emperyalist ve pasifist politikasını bir kenara iterek tamamen emperyalist ve saldırgan bir politika izlemeye başladı. Bunun ilk örneği olarak 1923’te Korfu’yu bombaladı. Bundan kısa bir süre sonra ise Arnavutluk’ta kukla bir hükümet kurup Libyayı işgal etti. Akdeniz’i "mare nostrum (bizim denizimiz)" haline getirmek istiyordu.

1935’te Stresa Konferansında Avusturya’nın bağımsızlığını savunmak için Hitler-karşıtı bir cephe oluşmasına destek verdi. Ne var ki, 1935/1936 yıllarında Habeşistan’a karşı kazandığı zaferin Milletler Ligi tarafından kınanması sebebiyle, Lig’den 1933 yılında çekilmiş olan Nazi Almanyası ile ittifak yapmak durumunda kaldı.

1936/1939 Ispanyol Iç Savaşında Franco’ya verdiği açık destek sebebiyle Mussolini ile, Ingiltere ve Fransaarasındaki son köprüler de atılmış oldu. Bunun sonucu olarak Almanya’nın 1938’de Avusturya’yı, 1939’da Çekoslavakya’yı ilhak etmesini kabul etmek zorunda kaldı. 1938 Eylülü’nde toplanan Münih Konferansı’nda, gerçek bir Romalı aktör gibi Avrupa barışının en büyük savunucusunu oynuyordu, ancak Mayıs 1939’da Hitler’le imzaladığı Çelik Pakt ile gerçekte hangi tarafta olduğu netleşmiş oldu. "Eksen"in küçük ortağı olarak Nazilerin Yahudi-karşıtı ve ırkçı politikalarını benimsedi; Italya’da benzer uygulamaları hayata geçirerek bu insanlık suçuna ortak oldu.

Sonun başlangıcı: 2. Dünya Savaşı

Avrupa semalarında savaş bulutları gittikçe yoğunlaşırken, Mussolini, Malta, Korsika ve Tunus’u ilhak etme niyetini dünyaya duyurdu. 1939 Nisanı’nda kısa bir harpten sonra Arnavutluğu işgal etti. Oynamakta olduğu "Sezar" rolü, her ne kadar orijinalinden çok daha küçük ölçekte olsa da, Mussolini’ye derin bir tatmin duygusu vermekte, mevcut politik ihtiraslarını önü alınamaz hale getirmekteydi. Ne var ki, Büyük Sezar’ın aksine, 15 yıldır kullanmakta olduğu kendi militarist söylem ve karakterine rağmen, Mussolini’nin silahlı kuvvetleri, çağın oldukça gerisindeydi.  1939 Eylülü’nde Hitler Polonya’yı işgal ettiğinde, Italyan silahlı kuvvetleri gerçekten buna hiç de hazır değildi. Bunun bilincinde olarak savaşın kesin gidişatı ortaya çıkana dek savaşa katılmadı. Ancak 1940’da Fransa bir ayda teslim olunca, savaşın birkaç hafta sonra sona ereceğini umarak, Hitler’in yanında savaşa katıldı.

Ekim ayında Yunanistan’a giriştiği gereksiz saldırı, Italyan askeri gücünün ne derecede zavallı durumda olduğunu gözler önüne sürdü. Pek de gelişmemiş bir ülke olan Yunanistan’ın vatanını savunmakta kararlı halkı, Italyanları büyük bir bozguna uğrattı. Mussolini’nin kırılan gururunu ve ortalıkta duran berbat durumu toplamak daĞSovyetler’e saldırı hazırlığında olan Almanya’nın operasyonu 21 gün geciktirmesi pahasınaĞ Hitler’e düşmüştü.  Hemen ardından Hitler ile birlikte Haziran 1941’de Sovyetler’e, Aralıkta da ABD’ye savaş ilan etmek zorunda kaldı.

Italya, Alman desteğine rağmen 1943’te Kuzey Afrika’dan tamamen atıldı.  Mussolini, Sicilya’yı savunmada da başarılı olamayınca Faşist Parti tarafından da dışlandı ve bundan cesaret alan Kral, Mussolini’yi görevden alıp tutuklattırdı. Olağanüstü bir operasyonla Alman komandoları tarafından kurtarılan Benitto Kuzey Italya’ya geçerek Faşist Cumhuriyeti ilan etti.  Tekrar eski sosyalist ideallerine geri dönerek faşist liderlerinden bazılarını Ğaralarında kendi damadı Galeazzo Ciano da vardıĞ idam ettirdi. Artık sonun yaklaştığını görmüştü ve giderek daha da dengesizleşmeye başladı. Suçu tamamen, onun ne büyük bir lider olduğunu anlayamayan, onun yeni Roma ideallerini paylaşmayan, Italya’nın potansiyelini kavrayamamış hainler diye nitelediği Italyan halkında görüyordu.

1945 Nisanı’nda Partizanlarca, metresi Clara Petacci ile birlikte ele geçirilip idam edildiler.  Mussolini’nin cesedi, metresinin ve yoldaşlarının cesetleri ile birlikte baş aşağı asılarak sergilendi.

Tarihteki Italyan liderleri arasında en çok tanınanlardan biri olan Benitto Mussolini, insanlık tarihinde, şöhretinin yaygınlığı ile aynı ölçüde olumlu izler bırakmamıştır. Bununla birlikte Il Duce’nin, fazla uzun sayılmayacak yaşamı boyunca tutkulu bir aşk ile bağlı olduğu Büyük Roma’yı tekrardan canlandırabilmek için verdiği mücadeleyi son nefesine kadar sürdürdüğü de bir gerçektir.

Share this article :

Yorum Gönder

 
Support : Creating Website | Johny Template | Mas Template
Copyright © 2011. teleyorum - All Rights Reserved
Template Created by Creating Website Published by Mas Template
Proudly powered by Blogger