22 Şubat 2010 Pazartesi0 yorum

 John Fitzgerald Kennedy, 29 Mayıs 1917 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri Massachusetts Eyaleti, Brookline kasabasında Beals Caddesindeki 83 no’lu evde doğdu. Rose ve Joseph Patrick Kennedy’nin dokuz çocuğundan birisiydi.

Rose Fitzgerald Kennedy çok disiplinli ve düzenli bir kadındı, ikinci çocuğunun doğumundan sonra çocuklarıyla ilgili önemli olayları küçük kartlara yazarak günlük tarzında bir arşiv oluşturmuştu. Dört erkek ve  beş kızdan oluşan  dokuz çocuğuyla ilgili bütün bilgileri burada toplamıştı.  Bu kartları küçük tahta kutular içerisinde   saklamaktaydı. Doktor vizitelerinden, ayakkabı numaralarına kadar  her türlü bilgiyi bu kartlarda bulmak mümkündü. Küçük John’a
annesi. Rose tarafından büyükbabası John Francis Fitzgerald’ın ismi verilmişti. Çevresindekilerce ünlü Boston Belediye Başkanı, Ballı Fitz, yakınları ve ailesi tarafından da, Küçük Mavi Gözlü Bebek Jack ya da yalnızca Jack lakaplarıyla anıldı. Annesi Rose’un John için tuttuğu notlara bakıldığında pek de sağlıklı bir bebek olmadığı anlaşılmaktaydı, Rose onun geçirdiği bütün hastalıkları da günü gününe kaydetmeyi unutmamıştı; boğmaca, kızamık, suçiçeği bunlardan yalnızca bazılarıydı. 1920 senesinin Şubat ayının yirminci günüydü, John üç yaşındaydı ve o dönemlerde ölümcül tehlikesi olan kızıl hastalığına yakalandı; ölümle karşı karşıya olması ailesini büyük üzüntüye boğdu. Hastahanede kalmış olduğu  süre boyunca babası yanından bir an olsun ayrılmadı. Bir ayın sonunda John yavaş yavaş düzelip iyileşmeye başladı. Ama John hayatı boyunca hiçbir zaman çok sağlıklı bir insan olmadı. O ya da bu sebeple her zaman bir rahatsızlığı vardı; hatta onun bu kadar sık hasta olması ailesi arasında alay konusu olmaktaydı. Babası sık sık şöyle söylerdi: "Eğer John’u bir sivrisinek ısırırsa, o sivrisineğin ölümü garantidir."



John üç yaşındayken Boston’un banliyösü olan Brookline’deki evlerinden, birkaç blok ötede yeni bir eve taşındılar. Bu yeni ev on iki odalı, cumbalı ve geniş bir verandası olan  muhteşem bir evdi.



JOHN’UN BABASI



John’un babası çok çalışan, inançlı, enerjik bir adamdı. Başarılı bir iş adamı olabilmek için elinden gelen her şeyi yaptı. Harvard Üniversitesinde öğrencilik yaptığı yıllarda, Irlandalı bir Katolik olarak kabul görmek için çok çabaladı. Otuz beş yaşına geldiği zaman bir milyon dolar sahibi olacağına dair kendine söz verdi. Bu yıllarda Boston şehri ve yöresinde Irlandalı Katoliklere karşı büyük bir ayrımcılık ve aşağılama  politikası hüküm sürmekteydi. Bütün bunlara rağmen baba Joseph Kennedy  sözünde ve yemininde kararlıydı. John’un büyük büyük babası ve annesi ailede Irlanda’dan Amerika’ya göç etmiş olan ilk kişilerdi ve  göçün ilk zamanlarında onlar da çok büyük sıkıntılar çekmişlerdi. Bütün zorluklara karşın yeni dünyaya yerleşerek kendi ailelerini oluşturdular. John’un büyük babası daha da iyisini yaparak Boston’un ünlü bir politikacısı olmayı başardı. Bütün bu çabalar sonucunda kazandıkları konum dolayısıyla John oldukça iyi hayat şartları içinde dünyaya gelmişti. Kennedy’ler artık istedikleri her şeye ve hatta fazlasına sahiptiler.



Kennedy’lerin evinde olay hiç eksik olmazdı. John sekiz yaşındayken evde kendisinden başka altı kardeşi daha vardı; ağabeyi Joe, kız kardeşleri Rosemary, Kathleen Eunice, Patricia ve erkek kardeşi Robert.  Jean ve Teddy ise daha henüz doğmamışlardı. Birkaç hizmetkár bir de dadı anneleri Rose’a yardım etmekteydi.



Yaz aylarının başında okulların kapanmasıyla birlikte Kennedy ailesinin çocukları Cape Cod’daki Hyannis Port kasabasında bulunan yazlık evlerine giderler; yüzmekten, yelkencilikten, Amerikan futbolu ve yürüyüşlerden oldukça zevk alırlardı. Bu eğlenceler zaman zaman bir yarışa dönüşürdü. Birbirleriyle yarışmak, zoru seçmek onlar için bir aile geleneği haline gelmişti; özellikle de ailenin erkek çocukları arasında. Baba Joseph bu yarışma alışkanlığını her zaman desteklemişti; bir baba olarak beklentileri büyüktü. Kennedy erkeklerinin, girdikleri her karşılaşmayı kazanmalarını, denedikleri her şeyi başarmalarını isterdi. Sıklıkla da şu deyimi tekrarlar dururdu, "Zorun üstüne doğru gittiğin zaman, zorun kendisi gider." Bazen bu yarışların oldukça ileri gittiği de olurdu. Bir keresinde Joe kardeşi John’a bisikletle yarışmayı teklif etti; büyük bir çekişmenin ardından yarış çarpışmalarıyla sonuçlandı. Joe olayı birkaç sıyrıkla atlatırken John’un kafasına yirmi sekiz dikiş atıldı. Bu olayda John’un daha fazla zarar görmüş olmasının en büyük sebebi Joe’nun kendisinden iki yaş büyük ve daha kuvvetli olmasıydı; zaten bu gibi durumlarda  her zaman  John hırpalanırdı. Yaşlarının yakın olmasından dolayı en büyük çekişme onlar arasında olur ve Joe John’u tahtına rakip olarak görürdü. Kızlar ise farklı bir gurubu oluşturuyorlardı; Jean ve Teddy’e gelince onlar daha bebektiler ve zamanlarının  neredeyse tamamını evdeki evcil hayvanlarla geçirirlerdi.



O yıllarda Connecticut eyaletinin Choate kasabasındaki yetişkin erkek çocukların gitmiş olduğu özel lise herkesin favorisiydi. John okulda oldukça popüler bir gençti. Basketbol, futbol, tenis ve golf oynardı ve kitap okumaktan da büyük zevk alırdı. Yakın arkadaşı Lem Billings, anılarında John’un diğer arkadaşlarından çok farklı bir çocuk olduğunu yazmıştı. Öyle ki New York Times gazetesine üye olmuş, dünyadan ve Amerika’nın kalbi New York’tan gelen haberleri günü gününe takip etmekteydi. Lisedeki başöğretmeninin notlarına göre ise o en iyi öğrenci sayılmazdı. Favorisi olan tarih ve Ingilizce dışındaki derslere, çalışması gerektiği kadar çalışmaz, gereken önemi vermezdi. Babası tarafından yazılmış ve kendisinin de yıllarca saklamış olduğu bir mektupta babası "Oğlum John, despot ve kötü bir baba olduğumu sanmıyorum. Sen benim sahip olduklarımın çok daha fazlasına sahipsin, akıllı, kültürlü bir çocuksun. Bence bundan çok daha iyisini yapabilirsin. Elindeki imkanları iyi kullanırsan beni geçip çok uzun yollar kat edebilirsin. Senin bir dahi, bir mükemmel insan olacağına inanıyorum; eğer olmazsan çok şaşıracağım ve hayal kırıklığına uğrayacağım. Iyi bir başlangıç yapmak her zaman kolay olmaz. Sen iyi bir başlangıç yaptın ve daha çok gençsin. Önünde başarıyla kat edeceğin uzun yıllar var. Bu yüzden senden, yapabileceğinin en iyisini yapmanı bekliyorum; umarım çok şey istemiyorumdur. Anlayışın ve kararlılığınla  sen zaten iyi bir vatandaşsın."



HARVARD’DA



John 1936’da Choate  özel lisesinden mezun oldu ve ağabeyi Joe’nun da okumakta olduğu Harvard Üniversitesi’ne kabul edildi. Yine Joe gibi o da okul takımında futbol oynadı; çok çabalamış olmasına rağmen spor dallarında Joe kadar başarılı değildi. Bir gün oyun esnasında belindeki disk kaydı ve sakatlandı. Tedavi görmesine rağmen bu sakatlık onu hayatı boyunca rahatsız etmeye devam etti. Bu iki genç erkek ailenin gözbebeğiydiler ve babalarının ikisinden de beklentileri büyüktü. O yıllarda ağabey Joe herkese Amerika’nın ilk Katolik başkanı olacağını söylerdi ama kimse onun bu sözlerini fazla önemsemezdi. Diğer yandan John bu konuda onun kadar istekli görünmüyordu. O sadece spor yapıyor, öğrenci kulüplerinde aktiviteler yürütüyor ve  harıl harıl ders çalışıyordu. Tarih, kamu ve politika dersleri dışındaki bütün notları ortalama düzeydeydi. Ve ne yapsa bir türlü gelişme gösteremiyordu.



1937 yılının sonlarına doğru baba Joseph Kennedy Ingiltere’deki Amerika Birleşik Devletleri Büyükelçiliği’ne atandı. Joe ve John hariç bütün aile de Londra’ya taşındı. Ailenin bu ani taşınma kararı John’un Avrupa politikası ve dünya ilişkileriyle daha çok ilgilenmesine neden oldu. Yaz tatilinde Ingiltere’deki ailesine ve diğer Avrupa ülkelerine yapmış olduğu ziyaretler onun ufkunun gelişerek hayat görüşünün değişmesine neden oldu. Harvard’a geri döndüğünde Avrupa onun özel ilgi alanlarından biri haline gelmişti.



Joe ve John düzenli bir şekilde aileleriyle mektuplaşıp haber almaktaydılar. O yıllarda Avrupa’da gerilim iyice artmıştı. Dünya çapında büyük bir savaşın baş göstereceğine dair sinyaller alınmaktaydı.  Almanya’yı Adolph Hitler, Italya’yı ise Mussolini yönetiyordu. Her ikisi de sağlam ordulara sahip hırslı insanlardı; emelleri ülkelerinin yüzölçümünü büyütmek ve yeni kaynaklar yaratmaktı. 1 Eylül 1939 tarihinde Almanya’nın Polonya’yı işgaliyle II. Dünya savaşı başlamış oldu.



Aynı yıl Harvard son sınıf öğrencisi olan John Ingiltere’nin Almanya ile savaşa hazır olamamasının nedenleri üzerine bir bitirme tezi yazdı. Çok beğenilen bu tez "Ingiltere Neden Uyudu" adlı bir kitapta yayımlandı. 1940 Haziran’ında John Harvard’dan mezun oldu. Aynı gün babası ona Ingiltere’den bir kutlama telgrafı gönderdi: "Her zaman bildiğim ve inandığım iki şey vardı, bunlardan birisi akıllı olduğun, diğeri ise azmindi. Sevgiler, baban."

II. Dünya savaşı ve politik gelişmeler

 Joe ve John Harvard Üniversitesi’nden mezun olmalarının hemen ardından Deniz Kuvvetleri’ne yazıldılar. Joe pilot olarak Avrupa’ya gönderildi; John ise teğmen rütbesiyle, Güney Pasifik’e  Pt-109 devriye torpido botunun komutanlığına atandı.

Emrinde on iki kişi çalışmaktaydı. Görevleri Japon askerlerine yardım ve mühimmat taşıyan gemilerin durdurulmasıydı. 2 Ağustos 1943 tarihinde, karanlık bir gecede John düşman gemilerini avlamak için devriye geziyordu. Aniden sonarda son süratle tam üzerlerine doğru hareket etmekte olan bir Japon destroyeri göründü. Teğmen Kennedy manevra yaparak uzaklaşmayı denedi fakat mümkün olmadı. Kendilerinden çok daha büyük olan Japon savaş gemisi Pt-109 torpido botunun üzerinden geçerek onu ikiye ayırdı. Bu olayda Teğmen Kennedy’nin iki askeri öldü; diğerleri de yanmakta olan bottan atlayarak zorlukla kurtulabildiler. Bu sırada Kennedy kokpite çarpmış olduğu hassas belini bir kez daha incitti. Takım arkadaşlarından  biri olan Patrick McMahon’un yüzü ve elleri ise feci şekilde yandı. Gecenin zifiri karanlığında John Kennedy,  yaralı bütün arkadaşlarını torpido botundan arta kalan batmamış bir parçanın üzerinde toplamayı başardı. Güneş doğarken bu elim kazadan kurtulan herkesin birkaç mil ötedeki bir adaya çıkmalarına güçlükle yardımcı oldu. Altı gün sonra adanın yerlilerince bulundular. Yardım gelmesi amacıyla teğmenin hindistancevizi kabuğu üzerine yazmış olduğu not gönderildi. Pt-109’un kalan mürettebatı ertesi gün kurtarıldı. John’un ağabeyi Joe kendisi kadar şanslı değildi ve Avrupa’daki gizli bir görevde uçağının ateş alması sonucunda öldü.

John evine döndüğünde kendisine cesaretinden ve liderlik vasfından dolayı Deniz Komando Şeref Madalyası verildi. Bunun hemen ardından savaş sona ermişti ve John için artık ne iş yapacağına karar verme zamanı gelmişti. John öğretmen ya da yazar olmayı düşünüyordu; fakat  ağabeyi Joe’nun trajik ölümü her şeyi değiştirmişti. Artık ailedeki liderlik koltuğu John’a geçmişti; babası Joseph’in hayallerini o hayata geçirecekti.

POLİTİKA

Büyük ısrarlar üzerine Massachusetts Eyaleti on birinci bölgeden  milletvekili adayı olmayı kabul etti ve 1946’da milletvekili seçildi. Bu olay John’un devlet adamlığı kariyerinin başladığı noktadır. O günden sonra bulunduğu yer ve kariyeri itibariyle John F. Kennedy olarak anılmaya başlandı. Üç dönem, yani yaklaşık altı sene boyunca Demokrat Parti’yi Millet Meclisinde aynı görevle temsil etti. 1952 yılında Amerika Birleşik Devletleri Senatosuna senatör olarak seçildi. Otuz altı yaşında senatör oluşunun hemen ardından John F. Kennedy, Washington Times Herald gazetesinde yazar olan yirmi dört yaşındaki Jacqueline Bouvier’le evlendi. Evliliğinin ilk yıllarında uzun süredir rahatsızlık duyduğu bel ağrıları yine artmıştı. Üst üste iki operasyon geçirmek zorunda kaldı. Hastahanedeki günlerde, inandığı şeyler uğruna savaşan ve bunun için kariyerlerini kaybetmeyi dahi göze almış birkaç senatör hakkında bir roman yazdı. "Cömertlik Profili" adını verdiği kitabı 1957 senesinde Plutzer Ödülüne layık görüldü. Aynı yıl John F. Kennedy’nin ilk çocuğu olan Caroline doğdu.

John F. Kennedy yavaş yavaş, tanınan ve popüler bir politikacı olmaya başladı. 1956 yılında Devlet Başkanı Yardımcılığına adaylığını koydu. Çok az bir oy farkıyla kazanamadı. Bu olayın ardından gelecek seçimlerde başkan adayı olmaya karar verdi ve derhal bununla ilgili çalışmalara başladı. Haftanın hemen her günü geç saatlere kadar çalıştı. Hafta sonlarında da Amerika Birleşik Devletleri’nin tüm eyaletlerini ve büyük şehirlerini ziyaret etmeye başladı. Bütün bu çalışmalarının karşılığında 13 Temmuz 1960 tarihinde Demokrat Parti tarafından başkan adayı olarak ilan edildi. Texas Senatörü ve yakın dostu olan Lyndon B. Johnson’a  Başkanlık yarışında, Başkan Yardımcısı sıfatıyla kendisiyle beraber çalışması  teklifinde bulundu. John F. Kennedy, 8 Kasım 1960 genel seçimlerinde Cumhuriyetçi Richard M. Nixon’u çok az bir farkla mağlup ederek 43 yaşında Amerika’nın en genç ve Irlandalı Katolik ilk başkanı oldu. Göreve başlamasından hemen önce ikinci çocuğu John Jr. doğdu. Babası onu hep John John olarak çağırırdı.

35. Amerika Birleşik Devletleri Başkani John F. Kennedy

 20 Ocak 1961’de  John F. Kennedy 35. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı olarak yemin etti. Yemin töreninde yapmış olduğu konuşmada bütün Amerikalıların aktif birer vatandaş olmaları gerektiğini vurguladı. "Ülkem benim için ne yapabilir yerine, ben ülkem için ne yapabilirim" sözleriyle Amerikan tarihine bir vatansever olarak geçmiştir. Ayrıca Amerikan halkından zorbalığa, fakirliğe, hastalıklara ve özellikle de savaşlara karşı el ele vererek bir bütün olma çağrısında bulunmuştur.



Genç başkan, karısı ve çocuklarıyla Beyaz Saray’a bir hareket, bir canlılık getirmiştir. Kennedy’ler Beyaz Saray’ın Amerikan tarihi, kültürü ve gelişmesinin kutlandığı bir yer olması gerektiği düşüncesindeydiler. Artisler, yazarlar, bilimadamları, şairler, müzisyenler, aktörler ve sporcular sık sık Beyaz Saray’a davet edildiler. Jacqueline de kocası gibi Amerikan tarihinden büyük zevk alıyordu. Amerika’nın dört bir yanından toplatmış olduğu mobilya ve tarihi eserleri onartıp Beyaz Saray’ı restore ettirmişti. Bu haliyle Beyaz Saray gerçek Amerika’yı, tarihini ve güzelliklerini yansıtmaktaydı. Yapmış olduğu çalışma ve yoğun çabası herkes tarafından büyük takdir topladı.



Başkan Kennedy her gün uzun saatler boyunca hırsla çalışıyordu. Işinin sabah yedide başlayıp gece on bir, on ikiye ve bazen de daha geç saatlere kadar sürdüğü oluyordu. Sabahları kahvaltı süresi içinde altı tane gazete birden okuyor, gün içersinde önemli kişilerle görüşüyor ve danışmanlarından gelen raporları okuyordu. Her zaman ülkesi için en doğru kararı verdiğine emin olmak istiyordu. Yanındaki danışmanlarına "Beni kendi yerinize koyun, ben de kendimi sizinkine... Ve en doğruyu bulmak için elimizden gelen çabayı harcayalım" derdi. Tek dileği dünyada barış ve demokrasi ortamının sağlanmasıydı.



Başkan Kennedy her zaman bilim, eğitim, iş imkánları ve diğer alanlarda Amerika’nın dünyaya öncülük etmesini arzu ederdi. Uzay araştırmaları yarışında Sovyetler Birliği’nin gerisinde kalındığını düşünen Kennedy, Apollo Projesi için yirmi iki milyar dolarlık bir bütçenin kabul edilmesini Meclis’e sundu. Projenin kabulünün ardından, böyle büyük bir projeyi Meclis’e götürerek Meclis’in onayını alan ilk Amerikan Başkanı olarak tarihe geçti.



Ülkenin acil olarak çözüm bekleyen sorunları vardı; gerekeni yaptı. Harekete geçerek insan hakları ile ilgili yeni "Insan Hakları Kanunu" nu Meclis’ten geçirdi. Bu kanunla okullarda, üniversitelerde ve diğer kamu kurumlarındaki ırk ayrımını ortadan kaldırdı. 1954 yılında Başkan Kennedy’nin isteği üzerine Amerika Yüksek Mahkemesi’nin aldığı kararla kamu okullarında beyazlarla siyahların aynı sınıflarda eğitim alabilmesi için gerekli kanunlar çıkarıldı. Komünizm rekabeti ortaya çıkana kadar "Gelişme Için Dayanışma" ve "Barış Teşkilatları" gibi Amerikan idealizmini yansıtan kuruluşları, gelişmekte olan ülkelere taşıdı.



Bununla birlikte John F. Kennedy’nin ülkeyle ilgili birçok kaygısı vardı. Bunlardan biri de Amerika Birleşik Devletleri’yle Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği arasındaki nükleer savaş olasılığıydı. Böyle bir savaşın çıkması halinde milyonlarca insanın öleceği çok açık ortadaydı. II. Dünya Savaşı’ndan bu yana iki ülke arasında kızgınlık ve kuşku vardı, ama o güne kadar da aralarında hiç bir çatışma çıkmamıştı. Iki ülke arasındaki bu "soğuk savaş," tarihte fazla eşine benzerine rastlanmamış bir savaştı.  Iki ülkenin de birbirine güvenmemesi yüzünden caydırıcılık amaçlı nükleer silahların yapımına inanılmaz paralar harcandı.



KÜBA NÜKLEER FÜZE KRİZİ



Soğuk savaşın doruklara çıktığı günlerde Kennedy kararlı bir dış politika izlemekteydi. 1961 yılının Nisan ayında Amerikan gizli servisi CIA’nın düzenlemesiyle Fidel Kastro’nun komünist rejimine karşı olan kimi Kübalılar silahlanarak bir araya getirildiler.  Ancak Domuzlar Körfezi’nden başlatılan Küba’yı işgal etme ve rejimi değiştirme girişimleri tam bir başarısızlıkla sonuçlandı. Kennedy dış ilişkilerde inanılmaz derecede büyük aksaklıklara neden olan bu yanlış politik adımın bütün sorumluluğunu kendi üzerine aldı. Bununla beraber Kennedy, Sovyet Rusya’nın Küba’ya yerleştirdiği nükleer silahlardan doğabilecek muhtemel bir nükleer saldırı riskine rağmen bu tarz bir hareket içine girmekten çekinmedi. Küba’daki nükleer silahların ABD’nin casus uçakları tarafından keşfinin ardından, Başkan Kennedy kendi nükleer silahlarını Küba sınırına yığarak karşılık vereceğini açıkladı. Sonuçta Ekim 1962 tarihinde Sovyetler Küba’daki Nükleer silahlarını geri çektiler. "Küba nükleer silah krizi" de böylece çözümlenmiş oldu.





Kısa bir süre sonra Kennedy, Batı Berlin garnizonuna destek güçler ekleyerek Federal Almanya’nın askeri gücünü arttırdı. Bu yeni gelişmelere Sovyetler Birliği’nin tepkisi büyük oldu. Berlin duvarının inşa edilmesiyle sonuçlanan bu tepki, şehri ikiye ayırmanın yanı sıra, baskıları azaltarak iki tarafın da rahatlamasını sağladı. 1963 yılında Kennedy Sovyetler Birliği’yle kısmi nükleer test anlaşması yaparak, ufak bir ölçüde dahi olsa silahlanma yarışını yavaşlatmayı başardı.



GÜNEY VIETNAM



Amerika Birleşik Devletleri’nin Vietnam savaşıyla ilişkisi 1950 yılında bölgeye gönderilen özel bir timle başladı. Sonraki yıllar içerisinde gerek demokrat, gerekse cumhuriyetçi başkanlar tarafından atanan asker sayısı her geçen gün daha da arttı. Kennedy yönetimi Güney Vietnam’da gerçekleştirilen rejimin modernizasyon işleminin Kuzey Vietnam’da da başlatılması gerektiği fikrini savunmaktaydı. Bu fikre bağlı olarak John F. Kennedy güneyin demokratikleşme yolundaki ilerlemesinin Kuzeyi ve Komünist rejimini olumlu yönde etkileyeceğini savunuyordu. Güneye yapılan yardımlar, politik sistemde yapılacak değişiklikler karşılığında koşullu olarak verilmekteydi. Bundan kısa bir süre sonra Kennedy yönetiminin danışmanları Güney Vietnam üzerinde etkin bir rol oynamaya başladılar.



Zamanın Güney Vietnam Başkanı, Ngo Dinh Diem, önerilen yenilikçi hareketlerin hiçbirini benimsemiyor ve uzlaşmaya da yanaşmıyordu. Amerika’nın vermiş olduğu iyileştirme planlarını üstün körü geçerek savuşturmaktaydı. Mesela genel seçimlerde kendisine karşı yalnızca bir tek kişinin aday olabileceği gibi demokrasiye uymayan kendine has kuralları vardı. Diem Amerikan tarzı bir demokrasinin Güney Vietnam’da çalışabileceğine hiçbir şekilde inanmıyordu. Kennedy’nin savunmuş olduğu Amerikan değerlerinin, kültür ve tarih farkı gözetmeden hemen her ülkeye adapte edilebileceği görüşü ise, otoriteler tarafından tam bir saflık örneği olarak nitelendirilmekteydi. Geçen zaman içinde Kennedy yönetimi artık Başkan Diem’e sinirlenmeye başlamıştı. Diem’in Budist Tapınağı’ndaki keşişleri öldürtmesi, çoğunluğu Budistlerden oluşan Güney Vietnam halkınında büyük tepkisini aldı ve Diem Amerika’nın uyarılarına aldırış etmeyen Güney Vietnam Askerleri tarafından öldürüldü. Yeni başa gelecek başkanın birliği ve düzeni sağlayacağı düşünülürken tam tersi oldu. Yeni başkan politik bilgisi olmayan tecrübesiz ve yeteneksiz birisiydi. Diem’in sağlamış olduğu merkezi otoriteyi katiyen koruyamamıştı. Kuzey Vietnam’ın büyük çabaları ve desteğiyle Güney Vietnam’da bir askeri darbe gerçekleşti. Diem’in ölümünden kısa bir süre sonra Başkan Kennedy de suikasta kurban gitti. Yerine Başkan Yardımcısı Lyndon Johnson başkan oldu. Böylece Vietnam savaşının güvenilir lider pozisyonu Başkan Kennedy’den kendisine geçmiş oldu.

Başkan vuruldu

 21 Kasım, 1963 tarihinde Başkan Kennedy birkaç politik konuşma yapmak amacıyla başkent Washington D.C.’den Texas Eyaletinin Dallas şehrine uçtu. Ertesi gün Başkan, arabasında karısı ve korumalarıyla  beraber kendisini görmeye gelmiş coşkulu bir topluluğun arasından  ağır ağır ilerliyordu. Kalabalığın çıkarmış olduğu uğultu ve gürültünün arasından birkaç el silah sesi duyuldu. John F. Kennedy vurulmuş ve Dallas Texas’ta öldürülmüştü. Suikastın ardından sadece birkaç saat geçmişti ki polis Lee Harvey Oswald adındaki kişiyi John F. Kennedy’i öldürmek suçundan tutukladı. 24 Kasım tarihinde ise, duruşma koridorunda polis eşliğinde yürümekte olan Lee Harvey Oswald, Jack Rubby  adındaki bir polis memuru tarafından tabancayla vurularak öldürüldü. Olayın aydınlanması için yıllarca çalışıldı fakat bir sonuca varılamadı. Jack Rubby ise kanser hastası olduğu için birkaç sene içerisinde öldü. Sonuç olarak olayla doğrudan ilgisi olan  bir şahıs kalmadığı için John F. Kennedy’nin ölümünün gerçek sebebi hálá bilinmemektedir.



J. F. KENNEDY’NIN ARDINDAN



Başkan John F. Kennedy’nin ölümü halk arasında büyük bir üzüntü ve kedere sebep oldu. Kaç el ateş edildiği, kurşunların hangi yönden geldiği, Başkan’ın öldürüldüğü zaman nerede ve ne pozisyonda bulunduğu, katilin kimliği gibi bir sürü hikáye insanlar arasında dilden dile dolaştı. Başkan John F. Kennedy’nin Washington D.C.’de yapılan cenaze törenine yerli yabancı yüz binlerce insan katıldı ve milyonlarca insan da televizyonları başında töreni izledi.



Trajik bir ölümle hayatı son bulan Başkan Kennedy’nin Amerikan halkının yüreğinde diğerlerinden farklı bir yer alır.



John Fitzgerald Kennedy, 29 Mayıs 1917 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri Massachusetts Eyaleti, Brookline kasabasında Beals Caddesindeki 83 no’lu evde doğdu.  Rose ve Joseph Patrick Kennedy’nin dokuz çocuğundan birisiydi.  Rose Fitzgerald Kennedy çok disiplinli ve düzenli bir kadındı, ikinci çocuğunun doğumundan sonra çocuklarıyla ilgili önemli olayları küçük kartlara yazarak günlük tarzında bir arşiv oluşturmuştu. Dört erkek ve  beş kızdan oluşan  dokuz çocuğuyla ilgili bütün bilgileri burada toplamıştı.  Bu kartları küçük tahta kutular içerisinde   saklamaktaydı. Doktor vizitelerinden, ayakkabı numaralarına kadar her türlü bilgiyi bu kartlarda bulmak mümkündü. Küçük John’a annesi. Rose tarafından büyükbabası John Francis Fitzgerald’ın ismi verilmişti. Çevresindekilerce ünlü Boston Belediye Başkanı, Ballı Fitz, yakınları ve ailesi tarafından da, Küçük Mavi Gözlü Bebek Jack ya da yalnızca Jack lakaplarıyla anıldı. Annesi Rose’un John için tuttuğu notlara bakıldığında pek de sağlıklı bir bebek olmadığı anlaşılmaktaydı, Rose onun geçirdiği bütün hastalıkları da günü gününe kaydetmeyi unutmamıştı; boğmaca, kızamık, suçiçeği bunlardan yalnızca bazılarıydı. 1920 senesinin Şubat ayının yirminci günüydü, John üç yaşındaydı ve o dönemlerde ölümcül tehlikesi olan kızıl hastalığına yakalandı; ölümle karşı karşıya olması ailesini büyük üzüntüye boğdu. Hastahanede kalmış olduğu  süre boyunca babası yanından bir an olsun ayrılmadı. Bir ayın sonunda John yavaş yavaş düzelip iyileşmeye başladı. Ama John hayatı boyunca hiçbir zaman çok sağlıklı bir insan olmadı. O ya da bu sebeple her zaman bir rahatsızlığı vardı; hatta onun bu kadar sık hasta olması ailesi arasında alay konusu olmaktaydı. Babası sık sık şöyle söylerdi: "Eğer John’u bir sivrisinek ısırırsa, o sivrisineğin ölümü garantidir."



John üç yaşındayken Boston’un banliyösü olan Brookline’deki evlerinden, birkaç blok ötede yeni bir eve taşındılar. Bu yeni ev on iki odalı, cumbalı ve geniş bir verandası olan  muhteşem bir evdi.


Share this article :

Yorum Gönder

 
Support : Creating Website | Johny Template | Mas Template
Copyright © 2011. teleyorum - All Rights Reserved
Template Created by Creating Website Published by Mas Template
Proudly powered by Blogger