Tevfik Fikret

22 Şubat 2010 Pazartesi0 yorum

Tevfik FikretÖncü bir şair olarak, Doğu şiiriyle bağlarını büyük ölçüde kırdığı Türk şiirinin dokusunu Batılılaştırdı. Şiiri toplumun hizmetine verdi ve bireysel karamsarlığından insanlık için büyük bir umut çıkardı. Yaşayış tarzı, muhalif konumu, ilerlemeye olan inancı onu döneminin ahlak ve uygarlık simgesi haline getirdi.



BİR DÖNEMİN VİCDANI
Tevfik Fikret 26 Aralık 1867’de Istanbul’un Kadırga semtinde doğdu. Öğrenimine Aksaray’daki Mahmudiye Valide Rüştiyesi’nde başladı, daha sonra Fransızca öğretim yapan Mektebi Sultani’ye (Galatasaray Lisesi) geçti. Burada Abdurrahman Şeref, Recaizade Ekrem, Muallim Naci gibi ünlü kişilerin öğrencisi oldu. Ikinci sınıfındayken divan geleneğinde şiirler yazmaya başladı. 1888’de Galatasaray’ı birincilikle bitirdi. Hariciye Nezareti Istişare Odası’na kátip olarak girdi. Ancak kalemde yapılacak fazla bir iş olmadığından, burada bir yılını doldurmadan istifa etti.
Zamanında ödenmeyen birikmiş maaşlarını kalemde bir iş yapmadığını söyleyerek almayı reddetti, hepsini Göçmenlere Yardım Komisyonu’na bağışladı. Ticaret Mektebi Álisi’nde Fransızca ve hat öğretmenliği yaptı. 1890’da dayısı Trabzon valisi Mustafa Bey’in kızıyla evlendi ve yeniden Hariciye Nezareti Istişare Odası’na döndü. 1892’de bu görevine ek olarak kendi okulu olan Mektebi Sultani’de ilkokul üçüncü sınıf Türkçe öğretmenliğine atandı. 1895’te bütçe açığını kapatmak için maaşlardan yüzde 10 kesinti yapılması üzerine Babıáli’deki ve Mektebi Sultani’deki görevlerinden istifa etti. 1891’de Mirsad dergisinde şiirlerini yayımlamaya başladı. Aynı yıl derginin açtığı iki yarışmayı kazandı. 1894’te Mirsad’ın kapatılması üzerine Hüseyin Kázım ve Ali Ekrem’le birlikte Malumat dergisini çıkardı. Malumat 48 sayı çıktıktan sonra kapatıldı. Önceleri Muallim Naci, daha sonra Abdülhak Hamid (Tarhan) ve Recaizade Ekrem’in etkisinde kalan Fikret, Malumat döneminde Batı şiiriyle doğrudan ilişki kurup, kendini bulma yoluna girdi. 1896 başlarında Servetifünun dergisinin yönetimine getirilmesi sanat hayatının dönüm noktası oldu.



Serveti Fünun yılları


Tevfik FikretFikret’in Servetifünun’da yayımlanan "Hasta Çocuk", "Nesrin", "Verin Zavallılara", "Küçük Aile" gibi şiirleri geleneğe bağlı edebiyatçıların tepkisiyle karşılaştı. Bu şiirlerde konuşma diline yakın, hayatın her biçimine, her görünümüne kolayca uyan bir şiir dili geliştirmişti. Ayrıca aruz dizesinin bütünlüğünü bozarak dizeleri kırıyor, şiiri dizelerden oluşmuş bir bütün olmaktan çıkararak cümlelerden oluşmuş bir yapı, Halit Ziya’nın tanımıyla bir tür "nesri manzum" (düzyazı şiir) haline getiriyordu.
Abdülhamid istibdadının iyice koyulaştığı bir dönemde ortaya çıkan Servetifünun edebiyatı veya Edebiyatı Cedide’nin genel özelliği umutsuzluk, karamsarlık ve gerçeklerden kaçıştı. Fikret de genel olarak bu çizgide şiirler yazıyordu. Ama "Ramazan Sadakası", "Balıkçılar", "Haluk’un Bayramı" gibi şiirlerinde toplumun alt katmanlarından insanların hayat şartlarını bir acıma duygusu içinde dile getirdi. 1867’de Osmanlı - Yunan Savaşı başladığında askeri yüreklendirmek için "Asker Geçerken" ve "Hasan’ın Gazası"nı yazdı. Oğlu Haluk için yazdığı ilk şiirlerde de Edebiyatı Cedide duyarlığının dışına çıktığı, umutsuzluktan, karamsarlıktan uzaklaştığı görüldü.
1898’de iki yıldır süren edebiyat tartışmalarının hızını yitirdiği bir sırada Fikret ve bazı Servetifünuncular göçmen kabul eden Yeni Zelanda’ya gitmeye karar verdiler, ancak bu tasarı gerçekleşmedi. Bu hayal kırıklığını "Bir Mersiye" adlı şiirinde "Sen de gittin; senin de arkandan / Ağladım, ağladım, harap oldum..." şeklinde dile getirdi.
Servetifünun’un yönetimini üstlendiği 1896 sonlarında Fikret, ömrünün sonuna kadar sürdüreceği Robert Kolej Türkçe öğretmenliğine atandı. 1900’de ilk şiir kitabı Rübabı Şikeste’yi (Kırık Saz) yayımladı. Kitap büyük ilgi gördü ve bir ay içinde ikinci basımı yapıldı. Bu kitap 1896’dan sonra yazdığı şiirleri içeriyordu ve sonunda "Eski Şeyler" başlığı altında daha önce yazdığı şiirlerden seçmeler yer alıyordu. Çok çabuk kırılan, son derece hassas ve alıngan bir insan olan Fikret, birlikte çalıştığı yıllar boyunca Servetifunun’un sahibi Ahmet Ihsan’la (Tokgöz) takışır, küser, arkadaşlarının araya girmesiyle barışırdı. 1900’de böyle bir olayda Fikret, Servetifünun’u bırakıp gitti ve arkadaşlarının bütün ısrarlarına rağmen dergiye geri dönmedi.
Aşiyan münzevisi
Servetifünun’dan ayrıldığı günlerde Fikret, aşağı yukarı bütün arkadaşlarından kopmuş, Rumelihisarı’nda Aşiyan adını verdiği evine çekilmişti. Robert Kolej’deki dersleriyle oyalanıyordu. Şiir yayımlama olanağı da yoktu. Abdülhamid sansürü, altında gizli anlamlar bulunabilir diye her türlü manzum yayını yasaklamıştı. Üstelik Abdülhamid polisi tarafından sıkı bir biçimde izleniyordu. Ama o şiir yazmayı sürdürdü ve daha önce olmadığı biçimde toplumsal, siyasi sorunlara yöneldi. II. Abdülhamid istibdadına karşı en sert eleştirileri yöneltti. 1901’de yazdığı ünlü "Sis" şiiri Abdülhamid devri Istanbul’una lanet yağdıran öfkeli bir haykırıştı: "Örtün, evet, ey haile... Örtün, evet, ey şehr;/Örtün ve müebbed uyu, ey fácirei dehr!.." Gizlice elden ele dolaşan "Sis", Fikret’in sanatında bir dönüm noktası oldu. Artık o, Servetifünun’daki "melül" şair değildi; bundan sonra gittikçe geniş sesle "nevaib-i eyyam"ıyla (günlerin getirdiği felaketler) inleyecekti. 1905’te yazdığı Tarih-i Kadim geçmişle acımasız bir hesaplaşmaydı. Gençliği, geleceği simgeleyen oğlu Haluk’a hitaben yazdığı "Sabah Olursa"da her şeye rağmen geleceğe olan inancını dile getiriyordu. Iyi olanı, kurtuluşu gelecekte, kötü olanı geçmişte gören Fikret, "Mazi... Ati" şiirinde geçmişi olduğu gibi atmak ve yeni bir hayata başlamak düşüncesindeydi. Döneminin birçok aydını gibi ülkenin içine düştüğü kötülüklerin kaynağı olarak gördüğü Abdülhamid’e bir Ermeni tarafından yapılan suikast girişimini alkışladı.
Güneşin Doğuşu
Fikret, 1908 Meşrutiyeti’ni coşkuyla karşıladı. Meşrutiyet’in ilanından on üç gün önce Selanik’teki Ittihat ve Terakki merkezinin isteği üzerine "Millet Şarkısı" adıyla bi devrim marşı yazmıştı: "Millet yoludur, hak yoludur tuttuğumuz yol / Ey hak, yaşa, ey sevgili millet, yaşa... var ol!" Meşrutiyet’in ilanından hemen sonra yazdığı "Doğan Güneşe" ve ’Rücu" şiirlerinde yeni düzeni alkışlıyordu: Sonunda ufuk açılmış ve bütün gösterişiyle hürriyet doğmuştu. Daha önceki lanetlerini geri alıyordu. Onlar millete azap veren, hakaret eden, onu çamurlayan ne kadar kir varsa kucaklamış bir çevreye aitti. Şimdi o kötülük gecesinden uzaktık, gözlerimiz aydınlık bir sabaha açılıyordu.
Meşrutiyet’in heyecanıyla Fikret, inzivasından çıktı, Hüseyin Cahit’le (Yalçın) birlikte Tanin adlı gazeteyi çıkardı. Ancak kendisi yazı yazmaya yanaşmıyor, gazetenin teknik işleriyle uğraşıyor, başkalarının yazılarını düzeltiyordu. Üç dört ay kadar sonra hiçbir gerekçe göstermeden Tanin’i bıraktı. Ama bu defa Aşiyan’a çekilmedi, kendisine önerilen Mektebi Sultani müdürlüğünü 1909’da kabul etti. Görevine "bütün samimiyeti ve kuvvetiyle" sarılan Fikret, Mektebi Sultani’yi Avrupa ayarında bir okul durumuna getirmek, Doğulu taraflarından temizlemek istiyordu. Ancak Maarif Nazırının (Milli Eğitim Bakanı) bir müdahalesi üzerine coşkuyla yürüttüğü bu görevden de istifa etti. Bakanlığın bütün ısrarlarına rağmen istifasını geri almadı.
Yeniden Rumelihisarı’ndaki Aşiyan’ına çekilen Fikret, bundan sonra herhangi bir devlet hizmetine girmedi, yalnızca Robert Kolej’deki öğretmenliğine devam etti. Meşrutiyet sonrasında da istediğini bulamamış olmaktan ötürü küskün ve öfkeliydi. Ama ülke sorunlarıyla ilgilenmeyi sürdürdü. Yönetici kadrolarla ilişkisini kesmesi, kötülüklere karşı sesini yükselten, kimseye boyun eğmeyen kişiliği onu gündelik hayatın üstüne çıkarmış, dönemin vicdanı durumuna getirmişti. 1911’de yayımladığı Haluk’un Defteri’nde artık tek kurtuluş umudu olarak gördüğü gençliğe sesleniyordu. Gençlik her güçlüğe katlanarak halka ışık taşıyacak, Prometeus gibi ateşi sunacaktı. "Bugünün gençlerine" adadığı "Ferda" şiirinde "Gençler, bütün ümmidi vatan şimdi sizdedir" diyordu.
Ittihat ve Terakki’nin Meclisi Mebusan’ı feshettirmesi üzerine Fikret, 22 Ocak 1912’de, dönemin sosyalistlerinden Nüzhet Sabit’in çıkardığı Vazife dergisinde ünlü "Doksan Beşe Doğru" şiirini yayımladı. Şiirde Abdülhamid’in 1878’de meclisi kapatmasıyla Ittihat ve Terakki’nin eylemi arasında ilişki kurularak milletin umutlarının boşa çıkarıldığı, kanunların ayaklar altına alındığı söyleniyordu. Şiir Ittihat ve Terakki’ye yönelik bir bedduayla son buluyordu: "Kopsun seni bir hak diye alkışlayan eller!" 1911’de yayımlanan Rübabın Cevabı, Fikret’in siyasi şiirlerinin yeni ve güçlü bir örneğiydi. Yine aynı yıl içinde Ittihat ve Terakki’nin yiyiciliğine yönelik "Hánı Yağma" adlı yergiyi yazdı: "Yiyin, efendiler yiyin; bu hán-ı iştiha sizin;/Doyunca tıksırınca, patlayıncaya kadar yiyin!" Bu şiirden sonra Fikret, siyasi olaylardan esinlenen çıkışlar yapmadı. Mehmet Akif’e cevap verdiği "Tarihi Kadime Zeyl" ve Birinci Dünya Savaşı dolayısıyla yazdığı "Sancakı Şerif Huzurunda" şiirleri dışında son yıllarını çocuk şiirleri yazmakla geçirdi. Yalın bir dille ve hece ölçüsüyle yazdığı bu şiirleri Şermin (1914) adlı kitabında topladı. Bu sıralarda geç teşhis edilen şeker hastalığı ona büyük ıstırap veriyordu. Geçirdiği bir ameliyat sonrasında 19 Ağustos 1915’te ölen Tevfik Fikret, Eyüp’e gömüldü. 1961’de kemikleri Aşiyan’a nakledildi.


TİTİZ BİR ŞAİR
Tevfik FikretFikret şiire hocaları Muallim Feyzi ve Muallim Naci’nin etkisi altında divan taklidi manzumelerle başlamıştı. Kendine özgü dil ve söyleyişi, şiirini etrafında toplayacağı temaları bulmasında Batılı şairlerin, özellikle CoppZe’nin büyük etkisi oldu. Servetifünun’da yayımladığı "Hasta Çocuk", "Verin Zavallılara", "Serhoş" gibi şiirlerde güçlü bir CoppZe etkisi görülüyordu. Yalnız Fikret’in şiirlerini değil bütün Edebiyatı Cedide’yi saran karamsar, hasta ruh hali Abdülhamid istibdadının aydınlara nefes aldırmayan boğucu havasından kaynaklanıyordu. Fikret’in bu ruh halinin, bıkkınlığının başlıca nedeni gerçeklikle uyuşamamak, gerçeklikten kaçıştı. "Sahayifi Hayatımdan" adlı şiirinde "Bunu şiirim de söylüyor belki / Ben hakikatten ihtiraz ederim" diyecekti. Rübabı Şikeste’de oldukça önemli bir yer tutan tabiat şiirleri de özünde bu kaçışın ifadesiydi. Tabiatta insanlardan uzak, basit, sakin bir hayatın hayalini buluyordu.
Edebiyatı Cedide içinde Fikret’in seçkin konumu, aşırı titizliği, en küçük ayrıntılar üzerinde duruşuyla kendine özgü bir biçim ve üslup yaratmasından kaynaklanıyordu. Sanat anlayışını değiştirip toplumsal konulara yöneldiğinde biçim endişesini terk etmedi. Aruza kendisinden önceki bütün şairlerden daha fazla egemendi. Ancak aruzun gereğinden fazla ahenkli oluşundan rahatsız oluyordu. Bu onu yeni arayışlara yöneltti. Bulduğu yollardan biri divan edebiyatının geleneksel müstezat türünden yararlanarak geliştirdiği serbest müstezattı. Geleneksel müstezat veznine bağlı kalmadan, dilediği vezni kullanarak, mısraları istediği uzunlukta kurmaya, uyakları istenilen biçimde yerleştirmeye olanak sağlayan bu biçim, diğer şairler tarafından da kullanıldı. Fikret’in öncülüğünü yaptığı bir başka biçim özelliği de dizenin bütünlüğünü bozarak şiire cümlelerden kurulu bir yapı kazandırmasıydı. Bu yapı içinde kafiye, zaman zaman hissedilmez olan, zaman zaman da bir vurguyla öne çıkarak anlamı güçlendiren bir öğe durumuna geldi.
AŞİYAN MÜZESİ
Rumelihisarı’ndaki Aşiyan Köşkü 1906’da Tevfik Fikret tarafından yaptırılmıştır. Adı "kuş yuvası" anlamına gelen köşkün planını Tevfik Fikret çizmiştir. Şair hastalıklarla geçen son günlerinde uzun yıllar yaşadığı bu köşkün bahçesine gömülmek istediğini söylediyse de, kayınpederi köşkün geleceğinin belirsizliğinden kaygılanınca Eyüp’teki aile mezarlığına gömülmüştür. Daha sonra Dr. Adnan Adıvar ve vasiyetini bilen dostları mezarının Aşiyan’a nakledilmesi için uzun yıllar girişimde bulundular. Nihayet 24 Aralık 1961’de Eyüp’teki mezarından alınan kemikleri önce Galatasaray Lisesi’ne, burada düzenlenen törenden sonra da, müze haline getirilen Aşiyan’a götürülerek bahçeye gömüldü.
Tevfik Fikret’in konutu olan Aşiyan Köşkü 1940’ta eşi Nazime Hanım’dan satın alınarak kamulaştırıldı. Tevfik Fikret, Abdülhak Hamid Tarhan ve diğer Edebiyatı Cedidecilere ait bazı belgeler, eşyalar ve kitaplar toplanarak köşkte oluşturulan Edebiyatı Cedide Müzesi 19 Ağustos 1945’te ziyarete açıldı.
Abdülhak Hamid’e ait kitaplar, el yazıları, fotoğraflar ve eşyalar alt kattadır. Bu katta Ahmed Ihsan, Recaizade Ekrem, Süleyman Nesip ve Şair Nigár Hanım gibi Edebiyatı Cedidecilerin fotoğrafları ve eserleri de sergilenmektedir. Üst kat ise tümüyle Tevfik Fikret’e ayrılmıştır. Burada şairin el yazıları, fotoğrafları ve eşyaları bulunmaktadır. 
Toplumcu Şiir ve Tevfik Fikret


Tevfik FikretToplumcu şiirin en büyük özelliği "yeni bir toplum yaratma özlemi"dir. Bunun için de şiir, nesnel (toplumsal) ve öznel (bireysel) gerçeğin hizmetine verilmiştir. Bu süreçte birey-toplum ilişkisinin iki yönlülüğü gözetilir. Bireysel dramlar, genellikle toplumsal bir çerçeve içinde yansıtılır. Içinde yaşanılan toplumun düzeninin bozulmuşluğu, yozlaşmışlığı karşısında kimi ütopyaların kapıları aralanır.
Toplumcu Türk şiiri Tanzimat’la başlatılır. Buna gerekçe olarak da, edebiyatın eğitim aracı olarak kabulü, "sanat toplum içindir" ilkesinin benimsenmiş olması, vatan, hürriyet, medeniyet gibi toplumsal kavramların ilk defa edebiyat dünyasına girmesi gibi gelişmeler gösterilir. Oysa toplumcu Türk şiirinin gerçek kurucusu Tevfik Fikret’tir. Bireysel temaları aşıp toplumsal yıkımların yarattığı acılara, toplumun yararına yönelik oluşumların sevincine adadığı şiirleriyle bir anlamda siyasal-toplumsal şiirin öncüleri arasında yer alır. Kamu belleğinde Tevfik Fikret, ödüne yer vermeyen katı ahlakçılığı, inancın yerine aklı egemen kılan rasyonalizmi, bilimsel ve teknik alanda tutku derecesinde benimsediği Batıcılığı, yurtseverlikten yola çıksa bile insana duyduğu sonsuz güveni simgeleyen hümanizmiyle yer etmiştir. Bu özellikleriyle hem çağdaşlarını, hem de sonraki dönem sanatçı ve aydınlarını, hatta siyasetçilerini (örneğin Mustafa Kemal’i) etkilemiştir.
Servetifünun edebiyatının, özellikle şiirinin kurucusu olan Tevfik Fikret, toplumsal-siyasal içerikli şiirlerinde coşkulu bir hatip gibi yüksek sesle konuşur. Biçim ile içerik uyumunu gözettiği şiirlerinde iç müziğe özen göstermiş, çeşitli biçim ve anlatım denemeleri yapmıştır (serbest müstezat, karma biçimler, özel duraklar...). Aynı zamanda ressamdır ve Abdülhak Hamid Tarhan’ın deyişiyle Tevfik Fikret "büyük bir şiir ressamı"dır.
Katı bir ahlakçı, ödün vermez bir Batıcı Tevfik Fikret, bir şiirinde kendisini şöyle betimler: "Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir şairim". Bu şiirin ilk dizeleri de bir tür meydan okumadır: hiç kimseden yardım ummayan, kol kanat dilenmeyen, kendi göklerinde kendi olanaklarıyla uçan, hiçbir kurum, kişi karşısında eğilmeyen bir şair olduğunu haykırır. 
Tevfik Fikret’in, kişiliğini koruma kaygısıyla geliştirdiği ahlakçılık, Osmanlı düzeninde egemen olan sömürü ve geri kalmışlık karşısında genel bir yaşama biçimine dönüşmüştür. Düşünce-eylem birlikteliğine gösterdiği aşırı özen, onur kırıcı sonuçlardan kaçınma anlayışı, toplumsal eleştiriyi de birlikte getirmiştir. Osmanlı toplumunda düzene, ekonomik ve kültürel geriliğin ve büyük bir kargaşanın egemen olduğu bir ortamda "sanat şahsî olamaz... sanatçı kamu yaşamını donatmalı ve desteklemeli"dir. Tevfik Fikret’in pek çok şiiri önce tepkiyi ve eleştiriyi yansıtır, sonra da yapılması gerekenleri birer birer sıralar. Şiirlerindeki düşünsel boyut "Tefekkür" şiirinde şöyle açıklanır: "bütün şiirlerimin ruhu bir tekeddürdür (üzüntü)".
Iyi bir Batı kültürü almış olan Tevfik Fikret’e, bu kültürün temel özelliklerinden biri olan "laik" lik, din ağırlıklı eski kültürün değerlerini acımasızca gözden geçirip ayıklama fırsatı vermiştir. Hiç çekinmeden yönetime, tarihe, dine başkaldıran, tavır alan şiirlerinde ("Sis", "Doksanbeşe Doğru", "Han-ı Yağma", "Tarih-i Kadim", vb) affetmezliği ve Batıcılığı apaçık görünür.
Tevfik Fikret’in isteği, beklentileri neydi’ Iyi işleyen bir meşrutiyet, yasalara saygılı bir yönetim, adaleti sağlayan hukuk düzeni, halkın seçtiği milletvekillerinden oluşan bir meclis... özlemini çektiği rejimin anahatları bunlardı. Bilimsel, teknolojik, toplumsal, siyasal yaşamın Batı uygarlığına benzer bir nitelikte olması, onun tercihini de belirler: Batılı bir yaşama ulaşabilmek için öncelikle insana yatırım yapılmalıdır. O, insanın dünyayı cennete döndüreceğine inanır. Insanın en büyük yetisi aklıdır; insan aklı eninde sonunda gerçeği bulacaktır. Dünyanın yaşanabilir bir duruma getirilmesi ancak bilimle, bilgiyle ve akıllı insanlarla mümkündür. Bu anlayış "yeni insan"ı gündeme getirmek demektir. "Yeni insan"sa ancak "yeni eğitim"le yetiştirilir. Tevfik Fikret, oğlu Haluk’u öğrenim için batıya gönderirken, Mekteb-i Sultani’de öğretmenken özlemini çektiği "yeni eğitim/okul" için de girişimlerde bulunur. Bütün umudunu oğlu Haluk’un şahsında simgeleştirdiği gençlere bağlar ("Ferda", Haluk’un Defteri).
Yurtseverlikten insancıllığa. Tevfik Fikret, "ümmet" anlayışından "millet" anlayışına geçişin kilometre taşlarından biridir. O toplumsal yıkımlarla kederlenmiş, halkın yararına olan girişim ve gelişmelerle mutlu olmuştur: yurtseverliği özgürlük, adalet, kardeşlik ilkelerini savunmasıyla belirginleşir. Içinde yaşadığı toplumun, dil, din, ırk ayrımı yapmadan savunuculuğunu üstlenmiştir. Ancak yaklaşımı ne bir iktisatçınınkine, ne de bir siyasetçininkine benzer; o katı bir ahlakçı, duyarlı bir insan, coşkulu bir şair gözüyle çözümler önermiştir. Tanzimatla gelen "vatan", "millet", "hürriyet" kavramlarına Tevfik Fikret’te "beşer" (insan) kavramı da eklenmiştir.
YARIN *
Bugünün gençlerine
Yarınlar senin; senin bu devrim, bu yenilik...
Her şey senin değil mi zaten?.. Sen, ey gençlik,
Ey umudun güzel yüzü, işte karşında aynan:
Temiz ve bulutsuz, ağaran bir gök,
Titreyen kucağını açmış, bekliyor... Koş, çabuk!
Ey hayatın gülerek doğan sabahı, işte herkesin
Gözleri sende; sen ki hayatın umudusun,
Alnında yeni bir yıldız, hayır, bir güneş.
Doğ ufuklara, önünde şu sıkıntılı geçmiş
Sönsün sonsuza değin.
Bir daha yaşanmasın o cehennem; senin bugün
Cennet kadar güzel yurdun var; şu gördüğün
Zümrüt bakışlı; inci gülüşlü kızcağız
Kimdir, bilir misin? Yurdun... Şimdi saygısız
Bir göz bu nazlı yüze,-Tanrı esirgesin,-
Kötü bir gözle baksa, katlanabilir misin?
Ister misin, şu ak sakalın temiz, görkemli,
Onurlu alnına, bir kirli el şöyle dursun,
Hatta yabancı bir el uzansın? Şu mezarı
Bırakır mısın, taşa tutsun bir serseri?
Elbette hayır; o mezar, o onurlu alın
Kutsal birer örneğidir yurdun... Yurt çalışkan
Insanların omuzları üstünde yükselir.
Gençler, yurdun bütün umudu şimdi sizdedir.
Her şey sizin, yurt da sizin, şeref de sizin;
Ama unutmayın ki zaman ağır, güvenli,
Sessiz adımlarla arkamızdan gelir.
Önden koşan, ama dikkatle her izi
Incelemeye yol bulan bu şaşmaz izleyici
Paylayıp utandırırsa bizi, yazık! Demin
’’Yarınlar senin’’, dedim, beni alkışladın; hayır,
Bir şey senin değil, sana yarın emanettir;
Her şey emanettir sana, ey genç, unutma:
Senden de hesap sorar, yakınır gelecek.
Geçmişe şimdi sen ibretle bakıyorsun,
Gelecek de senden böyle kuşkulanacak.
Her organı ihtiyaç kasırgasıyla sarsılan
Bir kuşağın oğlusun; bunu arasıra anımsa.
Unutma; çağın şimşeklerin bollaştığı çağdır:
Her yıldırımda bir gece, bir gölge yıkılır,
Bir yükseliş ufku açılır, yükselir yaşamak;
Yükselmeyen düşer: ya ilerlemek, ya yıkılmak!
Yükselmeli, dokunmalı alnın göklere;
Doymaz insan denilen kuş yükselmelere...
Uğraş, didin, düşün, ara, bul, koş, atıl, bağır;
Durmak zamanı geçti, çalışmak zamanıdır!
* Fˆrda
Tevfik Fikret, Bütün Şiirleri, üç cilt, haz ve sadeleştiren: Asım Bezirci, Can yay. 1984.
Öncü bir şair olarak, Doğu şiiriyle bağlarını büyük ölçüde kırdığı Türk şiirinin dokusunu Batılılaştırdı. Şiiri toplumun hizmetine verdi ve bireysel karamsarlığından insanlık için büyük bir umut çıkardı. Yaşayış tarzı, muhalif konumu, ilerlemeye olan inancı onu döneminin ahlak ve uygarlık simgesi haline getirdi
Share this article :

Yorum Gönder

 
Support : Creating Website | Johny Template | Mas Template
Copyright © 2011. teleyorum - All Rights Reserved
Template Created by Creating Website Published by Mas Template
Proudly powered by Blogger