Uğur Mumcu

22 Nisan 2010 Perşembe0 yorum

Uğur MumcuÜniversite çağlarında 27 Mayıs’ın getirdiği özgürlük ortamında çok okuyarak, araştırarak ve yaşamı sorgulayarak kendi düşünce evrenini kurmaya başlamıştı. 12 Mart döneminde çok acı çekti ve sıkıntılar yaşadı. Bu dönemde oldukça şiddetli eleştiri yazılarının hedefi sıkıyönetimdi. 12 Eylül döneminin adaletsizliğini ve kural tanımayan uygulamalarını bıkıp usanmadan yazdı. Dünya görüşünü bilimsel verilerle destekliyor ve yakın tarihi bir tarihçi gibi inceliyordu. Yolsuzluk, yoksulluk ve karmaşa varken, sessiz kalamayanlardandı. Haksızlığa karşı bir Kuvvacı olarak kavgaya girişmişti. Öfkesini yansıtacak kendine özgü sözcükleri vardı, üslubunu sertleştiriyor, anlatımını acılaştırıyor ve tam anlamıyla karşısındakine yükleniyordu. Öfkesini haklılığından alan bir gazeteciydi.
ZEKİ BİR ÇOCUK
1933 yılında evlenen tapu kadastro memuru Hakkı Şinasi Bey ile Nadire Hanım’ın dört çocuğunun üçüncüsü olan Uğur Mumcu 22 Ağustos 1942’de doğdu. Malatya’da evlenen Mumcu çifti Ankara’ya atanınca sevinmiş ve burada ikiz çocukları dünyaya gelmişti. Adını bile koyamadan birisi öldü diğerine ise Beyhan adını koydular. 1936’da doğan diğer kız çocuğuna Aysel adını verdiler. O yılların korkutucu çocuk hastalığı olan boğmaca Beyhan ile Ayseli yakalamış ve Aysel henüz iki yaşını dolduramadan ölmüştü. Şinasi Bey mesleğinde yükselmesinin yolunu Ankara dışında görev almasında görüyordu. Bu şekilde kaybettikleri çocuklarının acısını da unutabileceklerdi. Kısa bir sürre sonra Tekirdağ’a Fen Amiri olarak atandı. Daha sonraki görev yeri olan Fen Amirliği ise Uğur Mumcu’nun doğum yerinin Kırşehir olarak kaydedilmesini sağlayacaktır. Kendisi doğduğunda iki yaşında olan ağabeyi Ceyhan da burada doğmuştur. Bir yaşını dolduran Uğur doğumgününü babasının yeni görev yeri olan Ayvalık’ta kutlayacaktı. Daha sonraları ben "Ankara’nın yerlisi"yim diyen Uğur Mumcu Ankara’yla, henüz iki yaşında iken tanıştı. Şinasi Bey ve ailesinin yeni ikametgáhı Ankara’ydı.
Eski Ankara evleri genellikle, bir yazlık ve bir de kışlık bölümleri olan iki katlı evlerdi. Şinasi Bey de babasından miras kalan Ulus’taki böyle bir eve ailesiyle yerleşti. Bu sırada Ikinci Dünya Savaşı bütün hızıyla sürmekteydi ve Şinasi Bey de üçüncü defa askere çağrılmıştı. Döndüğünde çocukları Ceyhan ve Uğur’a güzel bir sünnet düğünü yapmayı istiyordu. Şinasi Bey düzenli yaşamayı seven, kuralcı olmasına rağmen onları hoş görebilen dindar ama tutucu olmayan birisiydi. Çocuklarıyla beraber olabilmek için her fırsatı değerlendiriyordu. Oğullarını zaman zaman parka, sinemaya, çarşıya ve de camiye götürüyordu.
Meraklı bir çocuk olan Uğur Mumcu "neden, niçin?"li sorularıyla çevresindekileri fazlasıyla yoruyordu. Ailesindeki herkesin okumayı sevmesi nedeniyle küçük yaşta okumaya merak sardı. Ülkenin ve dolayısıyla Ankara’nın da ekonomisinin ve kent kültürünün gelişmesiyle Ulus, işyerlerinin çoğaldığı bir semt olmuş ve çocuklar rahatça sokakta oynayamaz olmuşlardı. Bu durumdan rahatsız olan Mumcu ailesinin Bahçelievler’de yeni bir ev yaptırması üzerine ilkokulu buradaki Ulubatlı Hasan Ilkokulu’nda tamamladı.
Şinasi Bey, Atatürk devrimlerini benimsemiş bir memur olarak çocuklarına sık sık Atatürk’ü ve Inönü’yü anlatıyordu. 10 Kasım 1953 günü Atatürk’ün naaşı Etnografya Müzesi’nden Anıtkabir’e taşınırken Şinasi Bey de çocuklarıyla beraber oradaydı. Uğur Mumcu Bahçelievler’deki yeni arkadaşlarından biraz farklı bir çocuktu.
1954 yılında ilkokulu pekiyi ile bitirdi. Ekim 1956 seçimleri yapılmış ve Demokrat Parti yine, çoğunlukla seçimleri kazanmıştı. Şinasi Bey de devlet kurumlarında yoğunlaşan siyasi çekimlerden rahatsızlık duyuyordu. Uğur Mumcu da babasının bu rahatsızlığını anlamaya çalışıyor ve başta Inönü ile Bayar olmak üzere radyodan seslerini duyduğu politikacıların taklidini yapıyordu. Cumhuriyet Ortaokulu’nu da 1957 yılında bitiren Uğur Mumcu bu yıllarda futbola olan sevgisini tutkuya dönüştürmüştü. Kendisi de kalede oynadığı için, Galatasaray’ın ünlü kalecisi Turgay Şeren’e hayrandı. Arada bir Ingilizce kitabındaki metinleri Amerikalılardan birisinin karşısına geçip ezbere okuyarak muziplikler yapıyordu.
DENEME LİSESİ
Ardından kaydını yaptırdığı Deneme Lisesi’nde yakın arkadaşlarıyla yine aynı sınıfa düşmüştü. Deneme Lisesi yeni bir okuldu ve yeni bir eğitim modeli deniyordu. ABD’ye gönderilen öğretmenler hem kendi dallarında uzmanlaşmış hem de pedogojik alanda birikim kazanmışlardı. Öğretmenlerinin hepsi Ingilizce biliyordu. Uğur’ların girdiği yıl verdiği ilk mezunların arasından iyi üniversitelere yerleşenler çıkınca okula ilgi artmıştı.
1960’lı yılların başında ülke siyasal olaylarla çalkalanmaktaydı. Uğur ve Deneme Lisesi’ndeki arkadaşları uzakta da olsa bu tartışmaları izliyorlardı. 27 Mayıs Uğur Mumcu için bir dönüm noktası olmuştu. Gönlü 12 Mayısçılardan yana olmasına rağmen gördüğü bazı olayladan dolayı üzülmüştü. DP’li milletvekillerinden bazılarının çocukları Bahçelievler’den oyun arkadaşıydı ve onların babalarının ite kaka götürülmesine canı sıkılmıştı. Her şeye rağmen 27 Mayıs ideolojik olarak onun yönünü belirlemişti.



Uğur Mumcu'nun üniversite ve siyaset hayatı



Uğur MumcuLiseden mezun olduğu 1961 yılında babası onu üniversitede mühendislik okuması yolunda yönlendirmeye çalışıyordu. Oysa onun ilgi alanı edebiyattı. Daha küçük yaşlarda başlayan bu merakı daha sonraları da devam etmiştir. Bu sırada ablası Beyhan Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitirmiş ve avukat olmuştu. Ağabeyi Ceyhan ise Ankara Hukuk ve Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni aynı anda okuyor ama ağırlığını SBF’ye veriyordu. Liseyi bitirince Uğur mühendislik ve mimarlık sınavlarına girmek için Istanbul’a gitti. Ama kaydını Istanbul Hukuk Fakültesi’ne yaptırıp geri dönmüştü. Şinasi Bey’in bu işe canı sıkılmıştı. Uğur Mumcu daha sonra dekanlığa başvurarak kaydını Ankara Hukuk’a naklettirdi.
27 Mayıs ortamında yeni bir hayata başladı. Okulda kısa sürede kendisine arkadaşlar edindi. Kantine koşuyorlar ve siyasi tartışmalara başlıyorlardı. Bu grup kısa zamanda "kantinci takımı" diye anılacaktı. Ögrencilik yıllarında "bilgi sahibi olunmadan fikir sahibi olunmayacağı"nı kavramış, etkin ve coşkulu bir gençti. Genç hukukçular Milli Birlik Komitesi’nce oluşturulan ve aralarında Yakup Kadri ve Hıfzı Veldet Velidedeoğlu gibi isimlerinde bulunduğu on sekiz kişillik temsilciler Meclisi’nin çalışmalarını ve anayasa hazırlıklarını dikkatle izliyorlardı. Hazırlandıktan sonra halkoyuna sunularak kabul edilen yeni anayasayı sevinçle karşılamışlardı.
Uğur ve arkadaşlarını artık bütün fakülte tanıyordu. Kurdukları "tartışma ekibi" diğer fakültelerde de ün salmıştı. Uğur bu günlerde "Türk Sosyalizmi" başlıklı makalesiyle Yunus Nadi Makale Yarışması’nda ödül aldı ve makalesi "Cumhuriyet" gazetesinde yayımlandı. Düşünce ve davranışları gizleme gereği duymadığından kendisinden farklı düşünenleri dışlamıyordu. Düşüncelerini ödün vermeden herkesle konuşabiliyordu. Üniversitede her geçen gün olgunlaşıyor ve olaylara ve kişilere bakış açısı genişliyordu. Bu dönemde yakın arkadaşları ve ağabeyi Ceyhan TIP’i desteklemeye başlamıştı. O da bu partiye yakın duruyordu ve oyunu bu partiye vermişti.
20 Aralık 1961 yılında yayımlanmaya başlayan "Yön" dergisi ilk sayısında büyük yankı bulan bir bildiriyi imzaya açmıştı. Aydınlardan büyük destek gören bu bildiriye göre Atatürk devrimlerinin amacı doğrultusunda çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak ancak ulusal gelir düzeyinin yükselmesiyle mümkündü. Bu bildiri dönemin ilerici gençlerini sarstı. Okulun üçüncü yılında "kantin takımı" genişlemiş ve olaylarda tavrını belirtmekten çekinmiyordu. Bu dönemde "Sosyal adalet grubu" olarak örgütlenen gençler de bu bildiriden etkilenmişler ve aydınların coşkuyla destekledikleri bildirinin en çok ulusalcı anafikrini benimsemişlerdi. Aynı yıl "Talebe Birliği"ne aday oldu ve başkanlığa seçildi. Arkadaşlarıyla beraber TIP’in, CHP’nin toplantı ve mitinglerini kaçırmıyorlar, okullarında öğrencileri duyarlı olmaya çağırıyorlardı. Sık sık gözaltılar yaşadıkları bu dönemde ablası Beyhan onların avukatlığını üstleniyordu. Hukuk Fakültesi Talebe Birliği başkanıyken öncülüğünde yapılan toplantılara zamanın politikacılarını, bilim ve sanat insanlarını çağırıyordu. Süleyman Demirel o zamanlar henüz yeni yeni politikaya ısınıyordu ve kamuoyunun tanıdığı biri değildi. Uğur Mumcu onu Hukuk Fakültesi’nin düzenlediği bir açık oturuma çağırarak ilk defa kamuoyunda görünmesini sağlamıştı.
1965’in siyasi ortamında Süleyman Demirel başbakan olmuş ve Fikir Kulüpleri eylemlerini sıklaştırmıştı. 1950’lerde su yüzüne çıkan karşıdevrimci güçler bu dönemde Türk-Islam sentezine doğru yol alıyordu. Öğrenciler ayaklanmış ve iktidar sola karşı savaşının adını koymuştu: Komünizmle mücadele. Doğan Avcıoğlu’yla dostluğunu ilerleten Uğur Mumcu dönemin seçkin aydınları ve sanatçılarıyla yakınlaşmıştı.
1967 yılında "Yön" dergisi kapatılınca "Kim" dergisinde yazmaya başladı. Yazı kurulunda kendisiyle beraber Ilhami Soysal, Ünsal Oskay ve Yurdakul Fincancı gibi adlar vardı. Dergide tanınmış birçok aydının yazılarını yayımlıyorlardı. Aynı zamanda avukatlık da yapıyordu. Dil öğrenmek için yurtdışına çıkmayı istediğinde pasaport sorunu yaşamıştı. Sonuçta yurtdışından gelen bir mektupla pasaportunu alıp Ingiltere’ye gitti. The Bell School of Languages’deki öğrenciliğinde arkadaşlarından ve ailesinden gelen mektuplar pek iç açıcı değildi. Aslında yurtdışında da hayat pek sakin geçmiyor ve oralarda da siyasi hayat giderek ivme kazanıyordu. Avrupa’daki 68 rüzgárını, dalga dalga yayılan gençlik eylemlerini usta bir gazeteci gibi Ingiltere’den gözlemleyen Uğur Mumcu "Akşam" gazetesine ögrenci önderlerinden Pakistanlı Tarık Ali ile yaptığı bir röportajını da gönderecekti. Buradayken "Türk Solu" gazetesine de yazmaya başlamıştı. Ingiltere’deyken önerilen NATO bursunu hiç düşünmeden geri çevirdi: "Ben NATO’ya karşıyım, bursu nasıl alırım."



Uğur Mumcu'nun gazetecilik hayatı



Uğur MumcuIngiltere’de geçirdiği bir yıl kendisine birçok deneyim kazandırdı. Yabancıların Türkiye’ye bakışını gözlemlemiş ve küçümseyen bu bakışı beğenmemişti. Yurda döndükten sonra, 1969 yılında Hukuk Fakültesi’ne asistan adayı oldu. Yine aynı yıl kendisi için avukatlığın artık bittiğine karar verdi ve verdiği dilekçeyle barodan kaydını sildirdi. Ocak 1970’de dolan adaylık süresinden sonra Hukuk Fakültesi’nin idare hukuku profesörü Tahsin Bekir Balta’nın asistanı olarak resmen göreve başladı. Aynı yılın baharında Ilhan Selçuk "Devrim" gazetesindeki yazılarını kesmişti. Doğan Avcıoğlu Uğur Mumcu’dan bu köşede yazılar yazmasını istedi. Gazetenin yazıişleri müdürü de Hasan Cemal’di ve Çetin Altan, Ilhami Soysal, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Uluç Gürkan, Altan Öymen, Sadun Aren, Ilber Ortaylı ve Güngör Dilmen gibi tanınmış kişiler yazıyordu. Uğur Mumcu da 24 Mart 1970’ten başlayarak bu grubun arasında yer aldı. Arada bir "Cumhuriyet" ve "Devrim"e yazdı.
12 Mart muhtırasıyla Demirel hükümeti istifa etmiş ve Nihat Erim hükümeti kurmakla görevlendirilmişti. Böyle bir siyasal ortamda akademik çalışmalarını aksatmadan gazete ve dergilerde de yazmayı sürdüren Uğur Mumcu 12 Mart uygulamalarını kaygıyla izleyenler arasındaydı. 12 Mart’ın aydınlara yönelik baskıcı tutumundan onun da payına düşeni alması kaçınılmazdı. Bir gün evine gelen askerler kitaplarıyla beraber onu da tutukladı. Askerliğini yapmaya hazırlandığı sırada, Dev-Gençlilere destek vermekle suçlanıyordu. 12 Haziran 1971’de tutukluluğu kaldırıldı.
Fakültedeki görevini aksatmadan yazılarına devam ediyordu. "Devrim" kapatılmıştı. O da "Ortam" dergisinde yazıyordu. Daha sonra "Ortam" da kapatılıp da "Yeni Ortam" adı altında yeniden çıkmaya başlayınca bu dergi yeni adresi olmuştu.
1972 Ocağı’ında büyük bir acı yaşadı. Babasının kaybetti. Ardından da doktorasını yarım bırakarak yedek subay olarak askere gitmesi gerekiyordu. Daha sonra gözaltına alındı. Içerdeyken Fikir Kulübü’nden ihraç edildi. 6 Mayıs 1972’de Deniz Gezmiş ve arkadaşları idam edildi. Uğur Mumcu’nun da aralarında olduğu aydınlar olayları içeriden izleyebiliyordu. Davalar sonucunda 5 yıla mahkûm edildi. Davanın yargıtay tarafından bozulması üzerine tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Hemen ardından da henüz evine gitmeden Tuzla Yedek Subay Okulu’na gönderildi. Yedek subay eğitimini tamamlanmadan tekrar tutuklanarak Mamak askeri cezaevine gönderildi. Yeniden serbest bırakılınca tekrar mevcutlu olarak Pantos’a askerlik görevi için gönderilecekti. Ama bu sefer de "sakıncalı piyade" olduğu için er olarak askerliğini yapmak zorunda kaldı. "Sakıncalı piyade" sayıldığı için onuru kırılmıştı; yedek subaylık hakkı ve aylıkları için simgesel bir tazminat isteğiyle dava açtı. Yedek subaylık hakkı geri verildi, ancak askerliği sırasında kendisi için yapılan tüm harcamaları tazminat tutarından düşüldü. Yazı ve konuşmalarında gülmece öğelerini sık sık kullanan Uğur Mumcu, bu dönemi ve yaşadıklarını, önsözüne Aziz Nesin’in "bizi acı acı güldürdü" diye yazdığı "Sakıncalı Piyade" adlı yapıtında anlattı. Bu eseri sonradan tiyatro oyunu oldu ve yüzlerce kez oynandı. Her zaman hassas olan midesindeki rahatsızlığına doktorların teşhisi ülserdi. Uğur Mumcu’nun "12 Mart ülseri" tanımlaması bu dönemi anlatmaya yetiyordu. 31 Ocak 1974’te askerliği bitince bir süre rahat bir nefes alacaktı ama üniversiteyle ilişiği kesildiği için akademik yaşamı bitmişti.
Askerlikten sonra "Yeni Ortam"da yazmaya başlamıştı ve bu gazete Istanbul’daydı. Bu nedenle Istanbul’a yerleşmeye karar verdi. Burada Süleyman Demirel hakkında yazdığı yazılar tarafları mahkemelik etmişti ama sonuçta kazanan Uğur Mumcu oldu. Nisan 1975’te ilk kitabı olan "Suçlular ve Güçlüler" yayımlandı. Istanbul macerası 7-8 ay sürdü ve tekrar Ankara’ya geri döndü. Buradan "Cumhuriyet" gazetesi için yazılar yazdı. Aynı zamanda Altan Öymen’in sahibi olduğu Anka (Ankara Haber Ajansı) için de çalışıyordu. Anka ajansında çalışırken Altan Öymen’le birlikte Yahya Demirel’e ilişkin "mobilya dosyası" adlı bir dosya oluşturdu ve büyük yankı uyandırdı. Belgeler önce "Cumhuriyet"te yayımlandı. Bu bilgi ve belgeler sonradan kitap olarak basıldı. Böylece "hayali ihracat" kavramı kamuoyunun sözlüğüne girmiş oldu.
Siyasal savaşımına erken yaşlarda başlamıştı ama henüz evlenmemişti. 34 yaşındayken 19 Temmuz 1976’da Güldal Homan ile evlendi. 1977’de oğlu Özgür doğdu. Aynı günlerde ikinci çocuğu sayılabilecek bir olay daha oluyordu ve ikinci kitabı "Bir Pulsuz Dilekçe" yayımlanıyordu.
1977 genel seçimlerinde Anka’nın sahibi Altan Öymen’in CHP’den milletvekili seçilip ajanstan ayrılması üzerine Uğur Mumcu da buradan ayrıldı. Kenan Evren’in Genelkurmay Başkanlığına getirildiği günlerde ülkede terör gittikçe artıyordu. Bu ortamda Uğur Mumcu da birçok kez ölüm tehditi aldı ve sonuçta kendisine iki koruma verildi. Silah kaçakçılığı ve kontragerilla ile ilgili araştırmalarını yoğunlaştırmış ve çalışma temposunu iyice arttırmıştı. 1978 baharında Almanya’ya giderek burada ve yurtiçindeki araştırmaları sonucunda terörün silah kaçakçılığıyla ilişkisini ve giderek artan gerici örgütlenmenin iç ve dış boyutlarını belgeleriyle gözler önüne serdi. Istanbul Barosu ve Genel-Iş Sendikası’nın ödüllerini aldığı 1978 yılında "Büyüklerimiz" adlı yeni kitabını da yayımladı. Süleyman Demirel hakkında yazdıkları dava konusu olmaktan kurtulamıyordu. 1970’lerin başından itibaren de Nazlı ve Kemal Ilıcak çiftiyle de tartışmalara girmişti. Yazdıklarından dolayı mahkemeye veriliyor ve kazandığı davalardan gelen paralarla da araştırmaları için gereken kaynağı sağlamış oluyordu.
UNESCO’nun düzenlediği bir gazetecilik semineri için 1979 Nisanı’nda on günlüğüne Özbekistan’a gitti. Aynı yılın sonunda Çağdaş Gazeteciler Derneği tarafından "yılın gazetecisi" seçildi.


Olay yaratan dosyalar



Uğur MumcuUğur Mumcu, 12 Mart’ta olduğu gibi 12 Eylül’ün ilk günlerinde de "terörsüz özgürlük" istediği için 1962 Anayasasını Türkiye’ye kazandıran askerlere karşı önyargılı değildi. Askerlerin ilk günlerde mafyanın, kaçakçıların üzerine yürümesi umudunu artırmıştı. Ama, "Cumhuriyet" gazetesi de darbenin üzerinden iki ay geçmeden kapatılmıştı. Uğur Mumcu Aralık 1980’de Sedat Simavi Vakfı Kitle Haberleşme Ödülü’nü Cüneyt Arcayürek ile paylaştı. 9 Aralık yazısından dolayı Ilıcaklarla yine mahkemelik oldu. 1981 Haziranı’nda ikinci kez baba olmanın sevincini kızı Özge’yle yaşadı. 1982 yılında "Ilaç Dosyası" adlı yazı dizisiyle yine adından söz ettirdi. Aynı yılın sonlarında iki kitabı birden yayımlandı: "Söz Meclisten Içeri" ile "Silah Kaçakçılığı ve Terör". Bu kitapları onun araştırmacı gazetecilikteki başarısının kanıtı olan en önemli belgelerdi.
"Ağca Dosyası" kitabı 1982 yılında basıldı. Bu kitabı "Silah KaçakçılığıÉ" kitabıyla beraber yurtdışında da ilgiyle karşılandı. Bu kitaplarda adı geçen Abdullah Çatlı ve Oral Çelik gibi isimler daha sonraki yıllarda da Türkiye’yi meşgul edecekti. Aynı yılın sonlarında çıkan "Terörsüz Özgürlük" isimli kitabını da bir yaşını dolduran kızı Özge’ye adadı. Şubat 1983’te Italyan RAI-II televizyonunda bir programa katılınca CIA ajanlarıyla aynı televizyona çıkmak ve Sovyet yanlısı olmak gibi suçlamalarla karşılaştı. Aynı günlerde Ağca ile konuşan ilk gazeteci olarak tekrar dünya basınında yer aldı.
Uğur Mumcu 90’lı yıllara kadar Özal ve ANAP’la ilgili dosyalar üzerinde çalıştı. Gazete başlıklarına 1984 baharında "hayali ihracat" kavramı iyice yerleşmişti. Vatandaşlıktan çıkarıldığı için yurtdışında yaşayan Yahya Demirel’le yaptığı söyleşiyi gazetesinde yayımladı. Tarihe "Aydınlar Dilekçesi"olarak geçen eylemin başını Aziz Nesin çekiyordu. Uğur Mumcu, Ilhan Selçuk ve Murat Belge gibi isimler de imza atanlar arasındaydı. Dilekçeyle ilgili her türlü haberin yasaklanmasını izleyen davaların açılması uzun sürmedi. Iki yıl süren yargılanmadan sonra aydınlar aklandı.
"Papa-Mafya-Ağca" kitabı 1984’te yayınlanınca o yılların en önemli kitabı olarak nitelendi. Ağca davasında tanık olarak dinlenmek üzere 1985’in sonunda Roma’ya gitti. Bu arada kendisi de yeni bilgiler edinmişti.
1987 yılının sert kışın Avrupa ve Türkiye’yi etkisi altına aldığı günlerde Almanya’ya gitti. Cemalettin Kaplan’la ilgili araştırma yapıyor ve kendisiyle görüşmelerini dizi dizi yayımlıyordu. Bu dizi günler süren çalışmalarının sonucu olan "Rabıta"nın temelini oluşturacaktı. Bu çalışma Mayıs ayında yayımlanacak ve radikal dinci unsurların yurtdışı ve yurtiçinde nasıl örgütlendiklerini gözler önüne serecekti. Bu yıl da birkaç ödül almıştı. Gazeteciler Cemiyeti’nin ve Sedat Simavi Vakfı’nın basın ödüllerini ardından da kendi gazetesinin ödülünü kabul etti. Aynı yıl annesini de kaybetti.
27 Kasım seçimlerinden önce yasaklı siyasetçiler yapılan halkoylamasıyla tekrar siyasete dönmüşler ve Turgut Özal yeni hükümetini kurmuştu. Ama bu kez mecliste eskisi kadar kuvvetli değildi. Süleyman Demirel eski müsteşarının ensesindeyken Uğur Mumcu da ANAP’a yönelik yazılarına devam ediyordu. Bu dönemde Milli Savunma Bakanı Ercan Vuralhan hakkında yazdıkları uzun soluklu bir mahkeme sürecini de başlattı. Bu dosyayı iyice büyütmüş, Kenan Evren isteyince de ona vermişti. Evren de başbakana gönderdi ama başbakan belgeleri ciddi bulmadığını açıkladı.
Uğur Mumcu 1988 yılında Kürt sorunuyla tarikat-siyaset ilişkisine ağırlık verdi. Ağustos ayında "Tarikat-Siyaset-Ticaret" adlı kitabını yayımladı.
TERÖRÜN TIRMANIŞI
Muhammer Aksoy, Çetin Emeç ve Bahriye Üçok’un öldürülmeleriyle derinden sarsıldı. 1988’in sonlarında tekrar Almanya’ya giderek dinci örgütlenmelerle ilgili araştırmasına devam etti. Bu yıllarda PKK’nin faaliyetleri artmış ve TSK sınırötesi harekátlara girişmişti. Ağustos ayında "Cumhuriyet"in sahibi Nadir Nadi öldü. Bu olaydan sonra, gazetede fikir ayrılıkları başladı ve 6 Kasım 1991 günü birçok çalışanla birlikte istifa etti. "Milliyet" gazetesinde yazmaya başladı.
"Hey Girl" dergisinin yılın gazetecisi ödülünü aldığı 1992 yılında birkaç defa yurtdışına çıkmıştı. Bu geziler artık kendisini yoruyordu.
24 Ocak sabahının diğer sabahlardan farkı yok gibiydi. Işine gitmek üzere evden çıktığında arabasına konulan bombanın patlaması sonucu yaşamını yitirdi. Ancak, 24 Ocak 1993’ten bu yana Uğur Mumcu cinayeti hálá gerçek anlamda aydınlatılamadı.
Aldığı Bazı Ödüller:
1979, Türk Hukuk Kurumu, "yılın hukukçusu"
Çağdaş Gazeteciler Derneği, "yılın gazetecisi"
1980 (Cüneyt Arcayürek'le birlikte), "haberleşme ve gazetecilik"
1980, 1982, 1983, 1987 ve 1993 yıllarında Istanbul Gazeteciler Cemiyeti, "inceleme ve röportaj dallarında"
1984, 1985 ve 1987 yıllarında, "Nokta" dergisi, "yılın doruktaki gazetecisi"
1987, Sedat Simavi Vakfi, "kitle haberleşme ve gazetecilik"
1987, "Cumhuriyet" gazetesi, "örnek gazeteci"
1988, Bülent Dikmener Haber Ödülü
1988, Ankara Tabipler Odası, "basın sağlık ödülü"
1988, Boğaziçi Üniversitesi, "en çok okunan gazeteci ödülü"
1992/93, Ankara Sanat Kurumu, "onur ödülü".
Share this article :

Yorum Gönder

 
Support : Creating Website | Johny Template | Mas Template
Copyright © 2011. teleyorum - All Rights Reserved
Template Created by Creating Website Published by Mas Template
Proudly powered by Blogger